sucu çocuk

entry28 galeri video3
    9.
  1. garanti bankasının reklamlarında önce su sonra limonata satan küçük çocuğun ardından duyduğumuz melih kibar bestesiydi. reklamın anafikri calisan kazanir elmasi kizarirdı. müzik bu yüzden olsa gerek umutlu, iç gıcıklatan, güzel bir müzikti. banka reklamlarında genel olarak sömürülen duygularımız bu reklamda da bir hayli sömürülmüştü. reklam boyunca o çocuk için sevindik. bu leş düzenin küçücük bir çocuğu sokakta bir su satıcısı yapması umrumuzda olmadı, o çocuk çalıştı suculuktan limonatacılığa geçti, böyle böyle neler neler yapar daha diye sevindik. biz de önce şükretmeliyiz, sonra çalışmalıyız dedik. bir de garanti bankasına yatıralım dedik paralarımızı. garanti bankasının ve dünya üzerindeki hiçbir bankanın sokakta su satan hiçbir çocuğu önemsemeyeceği, reklamı izlerken nedense hiç aklımıza gelmedi.

    şimdi başka bir hikaye görüyorum o reklamdan uzun zaman sonra. sucu bir adam var. aynı fon müziğini hayal ederek adamı görüyorum. dur, daha baştan anlatayım.

    taksiye biniyoruz. babacan esnaflar olur ya, severiz hep. taksici onlardan. "yenikapı" diyorum. "sahilden gitsem olur mu? buraya girersek çıkamayız. " diyor. bakıyoruz, gerçekten çıkabileceğimiz gibi değil pek. "olur" diyorum.

    eminönü'nde yaya üstgeçidinin olduğu yerde tek kolu olmayan, su, kağıt mendil, ıslak mendil falan satan bir adam var. taksiyi görünce yüzü gülüyor. yanımıza doğru yürüyor, taksici de pencereden hafif dışarı doğru kayıp gülümsüyor. bulgarca bir şeyler konuşuyorlar, gülümseyerek. ışıklar yeşile dönüyor, veda sözü olduğu belli olan birkaç kelimeyle direksiyona dönüyor şöförümüz. tek kolu olmayan adamla göz göze geliyorum. doğrulurken gülümsüyor bana, çok da güzel gülümsüyor. tek elinde tuttuğu mendillerle şöyle bir el sallıyor ve "çav" diyor. ben de ona gülümsüyorum. ama eminim ki onun kadar içten değilim.

    yola devam ediyoruz. taksici anlatmaya başlıyor. "bunu türkiye'ye ben getirdim. eskiden şöförlük yapardım bulgaristan'dan falan türkiye'ye. bu da birgün geldi dedi ki... (bulgarca konuşuyor. gülüyor sonra kendine. ) hay allah, ben de siz biliyorsunuz gibi... neyse, dedi ki türkiye'ye gideceğim ama param yok. ne yapacaksın orda dedim. çalışmaya gidiyorum dedi. pasaportunu sordum, çıkardı gösterdi, bin dedim arabaya. geldi türkiye'ye. çalışmaya başladı. beni çok sever o günden beri. "

    biraz duraksıyor. o ana kadar hep zaten tek kolunun olmadığını düşünmüştük. "kolu burda kesildi onun. " diyor. şaşırıyoruz. "bir fabrikaya girdi önce, kaçak işçi olarak. sonra pres makinesine kaptırmış kolunu, kesmişler tabii. işsiz de kalmış. bizim yazıhane vardı, bir baktım oraya gelmiş, kolu kesik. anlattı. parası da kalmamış. çıkarıp 50 milyon verdim, git dedim su al şurdan, sonra sat. 2 senedir falan böyle çalışıyor işte. türkçeyi de öğrendi artık, biraz biraz konuşabiliyor. çalışkan çocuktur ama. beni de çok sever... "

    çalışkan olmak zorunda olan sucu çocuk büyüdü, sucu adam oldu. tek kolunu ucuza kaçak işçi çalıştırıp göbek büyüten patronlarının dişlerine kaptırdı. su aldığı sermayeyi "şanslı" olduğundan bir babacan şöförden buldu, ve o sermaye büyümedi, büyümeyecek de. belki küçülüp kendini yutacak, kolunu yuttuğu gibi. o sular limonata olmayacak, sonra hayal ettiğimiz gibi bir küçük limonata dükkanı açamayacak ve sonra o olmayan dükkan büyümeyecek. çocukları olmayacak, olsa bile güzel büyüyemeyecekler. ve tüm bunlar olamıyorken, garanti bankası da, dünyadaki bütün bankalar da olamayanları umursamayıp, kolunu yutan dişlerin sahibi olan adamların kıçlarını yalayacak.

    dıdıdı dıdıdı dım...
    8 ...