Tanımı bırakıp hemen eseri aklımdan dinlemeye geçiyorum. Girişte sizi, smokinleriyle karşılayanlar var. Ardından, gösterişli bir kapıdan içeriye giriyorsunuz. Ama o da ne!? Kokteylde sizden başka kimse yok... Ama bir dakika! Bir ışıltı görüyorsunuz karşınızda. Bu, o. Süiti süit kıvamına getiren veya onu bir romance havasına sokan ışıltı; hayali bir el, sizin posta kutunuza bir davetiye bırakmış. Bu gecelik, aşkı tanımlamayı bırakıp, ışıltının farkına varın, onu inceleyin diye... incelemeye koyuluyorsunuz, ses yok, seda yok. Gördüklerinizi duyuyor, duyduklarınızı anımsıyorsunuz. Bu, annenizin karnındayken karşılaştığınız melek olmalı***. Gözlerinizle tadıyorsunuz manzarayı; bir orman ve bir okyanustan fazlasını görüyorsunuz, balıklar kuşlarla dans ederken, siz meleğin ışıltısına yeniliyorsunuz.
Sorgulama yetiniz köreliyor saniye saniye*. Ağırlığınızı kaybetmiş gibi hissediyorsunuz; alıyor sizi bir rüzgar; kütleçekimi sıyrılıp ayrılıyor bedeninizden, hiçbir şey tarafından çekilmiyorsunuz; ışıltıdan başka. Işıltınızı bulun. Hayatın boşluğu daha çok bir karanlığa benzer. Işığı bulun, aydınlatın. ağırlıktır sizi dünyaya bağlayan; kaybedin ağırlığınızı. Böyle öğütlüyor bu eser işte.