Savaş sahasında kurşun adres sormaz diyorlar. Ama biz soracağız avazımız çıktığı kadar.
Uğur Kaymazı resminden tanıyoruz. Esmer bir resim. 12 yaşında bir çocuk. Yaşından büyük mermiler çıktı bedeninden. Tam 13 MERMi.
13 kurşunu bir çocuğun bedenine sığdırdılar. Burası Irak değil, Türkiye.
Türkiyede seri cinayetler yalnızca devlete aittir. Gizemli değildir. Katil de, kurban da hep bilinir.
Bombaları ile parçalıyor, silahları ile vuruyor, tankları, panzerleri, copları ile eziyorlar. Burası Mısır değil Türkiye.
Muğdat Çavmak 14 yaşında.
Mantar toplamak için çıktığı köyünün tepeliğinde mayına basıyor, yine çocuk parçaları düşüyor toprağa. Topladığı mantarları da.
Evin küçük çoban kızı Ceylan Önkol 14 yaşında.
Annesine makarna yap diyerek çıkıyor dışarı. Birkaç dakika sonra patlayan bir havan mermisi onu buluyor. Anne koşuyor dışarı ve küçük Ceylanının parçalarını yeniden bir araya getirmeye çalışıyor. Makarnasını yiyemiyor Ceylan. Onu da resminden tanıdık. Henüz birikmiş yaşam öyküleri yoktu. Belki umutları henüz yeşeriyor ve anlamlandırmayı öğreniyordu. Olmadı. Hepsini birden parçalayıp attılar annesinin kollarına. Burası Gazze değil, Türkiye.
Devlet nezdinde önemsiz Ne savcı gidiyor, ne de herhangi bir yetkili. Bir imam ve bir köylünün eline tutuşturulan kamera ile olay yeri inceleme tamamlanıyor. Olay yerinin Valisi, şimdi istanbulun en tanınmış simalarından pek sayın Mutlu.
Sinan Saltıkalp 17 yaşında.
Bir 23 Nisan günü polisler tarafından ezildi. izinsiz gösteri diyerek yazılan haberlerin içine yerleştirildi ezilmişliği. izinsiz gösteri vurgusunda hak etmiş o zaman tınısına kocaman bir alan açılmıştı usta haberlerle. Dört ay komada kaldı ve ölüm haberi yeni düştü önümüze.
Devletin izinli, izinsiz öldürmelerine yapmıştır bir şeyler kulpunu takan sorumsuzluğumuzu aştı artık yaşananlar. Görmezlikten gelemiyoruz nicedir. Yığılıyor çocukların parçaları vicdanlarımıza. Doğuda görmediklerimiz, Batının ara sokaklarında canlanıyor artık.
Ali ismail Korkmazı Eskişehirin bir karanlık ara sokağında buldu şiddet. Budaklı sopaları indirdiler bedenine. Sopaları acımasızca bir çocuğun bedenine indirenler nefret kokan ağızlarından tükürükler saçıyorlardı muhtemelen. Burası Güney Afrika Apertheid rejimi değil, yine Türkiye.
Fırıncı söktü tabelasını, polisler bin bir surat olup şekilden şekle girdiler, kasklarından numaraları sildiler. Koca bir organize suç birliği ile çıktılar karşımıza.
Silince, sökülünce her şey bitiyor, unutuluyor sanıyorlar.
(Yarın fırıncının yerinde bir oduncu görürsek şaşırmayız. Madımak otelini kebapçı yapan zihniyet sokakta çünkü.)
Birebir kavgaların kaçakları hep pusu kurarlar ya, pusu kurmuştu onlar da. Resmi, sivil ve yarı sivil şiddet elbirliği ile bir çocuğu döverek ezmişlerdi. Bu da yetmemiş gibi Valinin hırıltılı sesi duyuldu Arkadaşları yapmıştır
Ulan ah ulan sesleri yükseldi her yerden. isyancı küfürler de varmış halktan yana. Yalan yok hepimiz duyduk.
Vicdanlarının cücüğünü iktidara sunanlar, yedikleri bin bir halt ile efelendiler herkese en tepeden. Ne rahat bir eylemdir iktidardan yana efelenmek. Ne kadar korunaklı, ne kadar kazançlı (!)
Oysa hepsinin içi kurumuştur.
Bu yüzden hiçbir mimik taşımıyor yüzleri. Donuk ve mat bakıyorlar. Bakışıksızlar. Esprileri, tespitleri, sevgileri hiçbir hayat belirtisi taşımıyor. iyi bakın onlara. Tekrar tekrar bakın yüzlerine. Hepimizi kendilerine benzetmek, kendileri gibi kurutmak ve iktidarın ipine sermek için harıl harıl çalışıyorlar.
Polis Ahmet Şahbaz, Ethem Sarısülükü herkesin gözü önünde vurdu.
içi kurumuşların sesi yükseldi hemen. Eline taş çarpmış, linç edilecekmiş kendini savunmuş, havaya ateş edecekmiş ayağı sekmiş. Hep böyle olur ya bizde resmi cinayetler.
Nedense hep silah kendiliğinden ateş alır ya da kurban silaha sarılır tetik kayar ve öldürülen kişi intihar etmiş olur. Nasıl oluyorsa kendini asacak bir materyal bulunur nezarethanede. Yüksekliğin önemi yoktur, yere sıfır noktada bile asmayı başarmıştır kurbanlar. Durmadı vurdum olur bazen. Her durmayanı vurma yetkisini gözümüze sokmaları yetmez, hemen tanıklar bulunur. Bütün tanıklar polistir. Gördüm, gördük. Durmadı, şüpheli hareketleri vardı, uyarıları dikkate almadı.
Öldürülen hep şüpheli, öldüren ise şüpheyi ölümle sonlandıran şüphe giderici olarak görevini yapan bir memurdur. Uzun zaman önce infaz edilenin yanına bir silah bırakılırdı. O zamanlar haberler polisle çatışmaya giren terörist ölü ele geçirildi olarak sunulurdu. Şimdi buna gerek yok artık. Çünkü o silahı gönüllü olarak koyan köşe yazarları, haberciler var. Eteklerini, ceketlerini çekiştire çekiştire koşuşturuyorlar. iktidara yellozlaşmış kelimeler ile süslemeler döktürüyorlar. Eskiden tek tük çıkardı. Şimdi pıtır pıtırlar
Şimdi biraz daha geçmişe uzanalım.
Metin Göktepeyi döverek öldürdüler. O da bir gazeteciydi ama namuslu bir gazeteciydi.
Peşinden gittiği haberin kurbanları ise Ümraniye cezaevinin içinden linç edilerek çıkarılmış siyasi mahkûmlardı. C4 koğuşundan dört ölü çıktı ama kan kokusu haftalarca çıkmadı. Tutsakların kafaları beyzbol sopalarıyla parçalandı. Beyinleri akıtıldı.
Bugüne baktığınızda bile çok tanıdık geliyor bu şiddet akrabalığı ve ölenler de çok tanıdık.
Ve Mısırda Esmayı keskin nişancılar vurdular.
Vurmaları da, öldürmeleri de hep tanıdık. Aynı nefretin ve insansızlığın eylemleri. Esmayı öldüren ile Uğur Kaymazı öldüren katiller arasında hiçbir fark yok.
Lakin acının yansımaları arasında çok fark var. Başbakan, Esmanın babasına ait olan mektubu okudu. Ağladı. Şahit yazıldık ağlamasına. inandırıcılığı olmalıydı, inanmak istedik.
Acının hafızası canlandı hepimizde. Uğur, Ceylan, Sinan, Muğdat, Mecit, Rıza, Orhan, Gültekin, Ali ismail, Ethem, Abdullah, Mehmet, Esma Kaç bin cinayeti var bu ülkenin? Sayamıyoruz, bitmiyor.
Berkin hala komada.
Berfo ana ise oğlum diye diye öldü.
Roboski yanı başımızda hala çığlıklarını atıyor. Ellerimizle topladık bedenlerini, bazı parçalarını bulamadık diyen haykırışlar kulaklarımızda çınlıyor. Çocuk deyip durmayın kaçakçı onlar kaçakçı diyen o ürkütücü ses ise şimdi Esma için ağlayan aynı Başbakana ait.
Demek ki Seçmece bunlar seçmece insan için de geçerliymiş. Esmanın ölümü kadar değerli değil mi, acı vermiyor mu bizim ölümlerimiz? Sordukça bizim kalbimiz sıkışıyor. Dört parmak işaretiyle sokağa dökülenler, kendi topraklarımızda yaşanılanlar için de kaldıracaklar mı ellerini, hesap verin diyecekler mi?