Başında çığlık çığlığa bir güneş; parıldamıyor, ölüyor sanki... Türlü türlü camlara defnedilip geriye aydınlık adına birkaç külün yankısı, ağısı kalmış, bizse buna "aydınlık" diyoruz, gülüyorum sadece... Bir çay bahçesindeyim. bahçede çaydan fazla insan var. insandan fazla ses var. Ne çok konuşuyor insanlar, hele kalabalığın içinde... Önümdeki demli çayın içinde çözülen şekeri izliyorum. Parça parça sökülüyor; kıskanıyorum. Birazdan geriye sadece çayın yüzeyindeki ruhu kalacak. Bense o ruhu kaşıkla alıp küllüğe dökeceğim. Ruhu olan her şeyin olası sonucu işte!
- Boş mu?
diye soruyor, sarışın bir kadın olacağını birazdan farkedeceğim bir ses.
- sorunuz kadar değil... Diyorum. Oturuyor. Başımı kaldırıp bakıyorum, sarışın bir kadın. Güzel olduğu için ayrı bir ilgi bekleyen bir hali yok. Seviyorum bu halini.
- Sigara?
diye soruyorum, türlü renklerle boyanmış parmaklarını uzatıp birini alıyor. Küllükteki sigaramla yakıyor. Dirseklerini masaya koyuyor ve bana bakıyor. Bakışlarından değil, bana bakmasından rahatsız oluyorum. Bir nefes daha çekip söze giriyor: