Kırmızı ayakkabılarla daha çocuksu bir o kadar masum dindar kız. Tekbir getirirken ellerini Rabia işareti gibi açtığına şahit oldum. Eskiden saçları açıktı. Omuzlarının üstüne kadar dökülen saçları, pamuksu elleri, simsiyah ama renginin karalığınca ışıldayan ağlamaklı gözleri, hafif kıvrık kirpikleri ve bir noktayı andıran dolgun dudakları hafif kırmızımsı alt tarafı biraz eğik, burnu hafif kalkık, güldüğünde gamzeleri belirginleşir ve en kederli insanları bile hoşnut eden o çok tok ve çok da cılız olmayan tamamıyla içten gülüşüyle saf bir pelinsu'ydu.
Köy evlerinin altında ahır olarak kullanılan bölümün hemen yanında tefek yapraklarının altında meze yaparken kollarını suvar, o çocuk yaşlarında bile sakladığı mahremiyetini o gün günah yazılmıyormuş gibi sergilerdi. Hissederdik ki o da bu durumdan hoşnut idi. Çünkü elbisesinin altında kalan un bulaşmış güzel kollarını başkalarına göstermek o yaşta bile ona gurur verirdi. Ayrıca köyün bakkalından aldığı kendisine pek yakışan o incik-boncuk diye adlandırılan şey de kalitesini belli eder, yaşının çok üstünde bir zekaya sahip olduğuna delalet ederdi. Nitekim o bunları iyi bilir meze yaparken edindiği saygının dış görünüşünden ileri geldiğini bilirdi. Açıkçası dışı zekasının inceliğini yansıtan bir zarafet timsaliydi...
Okul çağında ise gelişimini tamamlayarak tam bir hanım kız olmuştu. O büyüklerinin her söylediğine koşan, her yükün altına giren hanım kızlardan değil! Bilakis büyüklerinin bile yanında çocuk kaldığı, hayatın tüm sırlarına vakıf bir görünüm sergileyen ara sıra sohbetlerde liderlik rolünü üstlenen konuşması gayet düzgün ancak genç kızları daha da güzelleştiren birkaç diksiyon kusuruna sahip bir güzel kız olmuştu.
Dini kitaplar ve şiir kitaplarıyla tanışmış sevdiği yazarların romanlarını okumaya başlamıştı. Yüreği bir kuşun yüreği gibi hafifti artık. Sözleri daha dokunaklı bir dişi bülbül... Gözleri ok gibi, sanki sancılı... Yüreği hamile, bir aşk doğuruyor. O belki de habersizdi bundan bilemiyoruz.
Kimdi bu genç?
Sınıfta orta sıranın ikinci sırasında oturan, daima temiz, sınıf ortalamasına göre uzun boylu, kişinin bakışına göre nurani yüzlü ve sınıfın haylazlarınca sevilmeyen, saf denilen gerçekte saf(onların iddia ettiği biçimde) olmayan sadece iyi niyetli ve tam bir talebe olan çağına uyum sağlayabilmiş bir çocuksu delikanlı. Sınıfın iyi futbol oynayan 3-4 öğrencisinden biri, sinema ve kitap kültürü de fevkalade. Matematikte de sınıfın en iyisidir.
Burnu Pelin'e benzer. Saçları da onun saçları gibi yumuşaktır lakin Furkan'ın saçı biraz savruktur. Pelin'in yüreğini darmadağın eden bu prenslere layık yüzün üstündeki anarşist saçlardır belki. Bu dağınıklık tıpkı bir anarşisttin yüreği gibidir. Dağınık çirkince bir dağınıklık değil aksine doğanın dağınıklığı... insan ne yaparsa yapsın Doğanın dağınıklığını düzenleyemez. Çünkü Doğanın dağınıklığı insanı kırptığı güzelliklerden çok daha güzeldir. insanın dağınıklığı ise insanın düzenciliğinden evla değildir, o en kötüdür. işte Pekin'i yüreğini yakan Doğanın dağınıklığındaki o esrarengiz güzelliktir!
Günler sonra...
Pelinsu hayatında yaşadığı en güzel duyguyu tadar. Bir erkeğin(yalnızca bir erkek mi?) gözlerine bakarken ellerini ellerine tutuşturmak ve kokusunun sevgilisinin ciğerlerine hapsolması... Bir insana bakarken ilk kez üstünlüğün kendisinde olmadığını fark eder. Furkan anı yorumlar ve iki aşık birbirine sarılır...
Okul artık furkan'dır pelin için. Böyle söylenemez aslında sadece okul sevgisinin bölündüğünden okulun olması gereken yere oturtuduğuldan, hayatın başka yönlerinin de var olduğunun öğrenilmeye başlandığından söz edebiliriz. Her şeyin yerli yerine oturtulmaya başlandığına ama ilklerin biraz abartıldığını savunabiliriz. Diyebiliriz ki sadece ikiye bölünmüş bir temiz yürek!
Aşk bir hastalık mıdır? Cevabı bulunmamış bir sorudur bu. Yaşadıklarımız aşkın hastalık olduğunu doğrulamadı ama artık aşkın abartılmış bir duygu olduğunu biliyoruz. Aşk neden abartıldı diye sorar isek yüreklerin dünyevi ihtiraslar ile bölünmediği için abartıldığını söyleyebiliriz.
Fuzuli'yi şehvetli bir deli olarak görmek kolaydır ancak zor olan Fuzuli gibi saf olabilmek yani sevmenin değerini anlayabilmektir. Sevmenin tadına varınca umurunda mıdır sevilmek.
neyi seveceğiz bu dünyada hangi kirlenmemiş yüreği... Ne bilelim şehvet aşıklarını, kusursuz görünen kusurluları... Sonra kusuru neden seveceğiz. insanı neden seveceğiz. Biz iyiliği seviyoruz... iyl olan ne varsa... Tamamen iyi olan, kusursuz olan tanrı'dır.