1803'lü yıllarda, fransız ihtilali takibenki ilk 15 yıl içerisinde basın özgürlüğü hakkında şöyle düşünmüştür:
"fransa, devlet idarecilerini, aristorkat zümresini, mal-mülk varislerini, din ahalisini yitirse ne halde olur?"
- ee üzülür. başka? başka bir şey olmaz.. fransa, yine aynı fransa, kan yine aynı kan kalır.
"peki ama fransa, 100 kadar fizikçi bir deste kimyacı, 50 fizyoterapisti, 100 zirai işçisini, 1000 fabrika koordinatörü ve şefini kaybetse ne olur?",
- fransa fransa olmaktan çıkar tabi kii.."
elbetteki postmodern hayatları birbirine bağlayan iş bölümü yani, endüstriyel insandır. bu endüstriyel insan rant amacı güderek, haksız kazanç elde etmez, paylaşımlarda bulunur.. bu gibi işler, fransayı sömürenlerin metodolojisini yansıtır. doğanın insan için var olduğu kabalığına varılacak olursa, insanlar birbirleri yerine sınırsız kaynakları, ziyadesiyle doğayı sömürsünler.. marx gibi simon da, ilerleme kaydedilip evrimleşmek isteniyorsa, bunun sınıf mücadelesinin başarı ile nihayetlendirilmesinin önemine değinmektedir.
simonu diğer sosyalist sterotiplerden ayıran nokta, müteşebbis girişimi ve teşebbüsünü makul ve gerekli görmesidir. onun için, girişimci rant ve kara yönelmesin yeter. bu işi de, en çok randımanı alacağı kişiyi saptaayarak devri daim yapacak devlettir. asıl özgürlüğünü sağlayan devlettir diyor özetle, tabii sikinin keyfine göre.