Ortaokuldayız, okulun da son günlerinden. Kalan devamsızlık haklarının cayır cayır kullanıldığı zamanlar yani. Aşağı yukarı otuz kişilik sınıfta yedi-sekiz kişi var. N'apılır? Tabi ki hocayla birlikte oyun oynanır.
Sessiz sinema oynuyoruz. Aslında kesin hatırlamıyorum afedersiniz üzerinden dokuz yıl geçmiş ama, sessiz sinema oynuyor olalım.
Ben ıkına ıkına anlatıyorum, ardı ardına tahminler geliyor falan, sınıfta sessiz bir kız vardı adı hatice. Sivaslıymış, babası biraz işsiz güçsüz bir adam. Haliyle fakirler, kız da öyle gözü açık biri değil sürekli ezmişler. Neyse bizim hatice bildi anlattığım filmi. Ben de esprili olsun dedim, elimle tahtaya gelmesini işaret ederek, tam üstüne bastın anlamında,
-kaldır ayağını, dedim.
Espride komik bir şey yok. Bildiğiniz iğrenç ergen esprisi işte. Ama o sahneyi şimdi hatırlıyorum da, espriyi anlamayınca gülmüşlerdi kıza. O da utancından tahtaya çıkamamıştı.
Benden hoşlanıyordu hatice. Sınıfın en sessiz çocuğu, turuncu turuncu saçlar da var. Bunu şimdi anlıyorum. Sürekli başka kızlara benden bahsetmesi, geziye gittiğimizde falan yanımdan ayrılmaması. Kompleks yapmıyorum, bir insanın sizden hoşlanmış ya da hoşlanıyor olması marifet değildir. Sadece diyorum ki ben bunu yeni farkedecek kadar odun olmasaydım keşke.
Kız o sene bizle birlikte okudu, dönem bitince gitti.
Yok senin vasfettiğin dilber bu şehr içre Nedim
Bir peri-suret görünmüş bir hayal olmuş sana