Genel anlamda Türkiye'nin boğazına sıkı sıkıya dolanmaya başlayan sorunlara bakarak, hiç enseyi karartmayın.
Bu sorunlar 100 yıl önce de vardı ama, o sıralarda kimse farkında değildi.
* * *
"Uzay çağı", elektronik ve uydularla, küreselleşme sürecinin geliştirdiği şeffaflık; şimdi evlerimizde otururken, ekranlardan orman, köy, fabrika yangınlarını izlememize de olanak sağlıyor; hangi göllerle ırmakların kuruduğunu ve nerelerin su baskınları altında kaldığını izlememize de...
* * *
Bundan 100 yıl önce de Yozgat'ın, yahut Niğde'nin, yahut Iğdır'ın bir köyünde doğanın kaderiyle, Nişantaşı'nda doğanın kaderi aynı değildi; bugün de değil...
* * *
"Vatanı ve milletiyle devletin bölünmez bütünlüğü" ilkesinin kutsallaştırılmış olduğu bir ülkede; Tokat'ın bir köyünde doğmakla, izmir'in Karşıyaka'sında doğmak arasında neden bu kadar büyük bir fark bulunduğu sorgulanabilseydi; Türkiye'nin bugünkü gündemi de, "susuzluk"la, politik söylentiler ve kutuplaşmalar üstünde bu kadar odaklaşmazdı.
* * *
Sorgulanmamışsa sorgulanmamış; bunun için enseyi karartmaya değer mi?
Bu arada bir yığın da eğlenceli haber var. Bunlardan bir tanesi de, Yasemin Bay'ın dünkü Milliyet'in 1'inci sayfasındaki haberiydi ve başlığı da şöyleydi: "Mimar Sinan abartıldı mı?"
* * *
Haber şöyle başlıyordu:
"'Mimarlığın Aktörleri' adlı bir kitap yazan Prof. Dr. Uğur Tanyeli'nden tartışılacak sözler: 'Mimar Sinan'ı 1890'lardan başlayarak muhayyel (hayal ürünü) bir kimlikle inşa ettik. Oysa hakkında bildiklerimiz üç daktilo sayfasını geçmez. O günün olanaklarıyla bu kadar yapıyı bir mimarın bireysel tasarım iradesiyle gerçekleştirmesi mümkün değil."
* * *
Prof. Tanyeli:
- Türk mimarlık tarihini Türk ulusunu var etme çabaları çerçevesinde yazdık. Elimizde malzeme yoktu ve Sinan'ı 1890'lardan başlayarak muhayyel bir kimlikle inşa ettik, diyordu.
* * *
Türk ulusunu var etme çabalarıyla, bir de mimarlık tarihi uydurulmaya kalkıldığında...
2007 yılının 1 Ağustos'unda da, gazete manşetleri şöyle oluyor:
Vatan:
"Kuraklık Türk ekonomisini tehdit ediyor - Tehlikenin farkında mısınız? - Barajların dibi göründü. Havalar böyle devam ederse Türkiye suyun yanı sıra elektrikte de büyük darboğaza girecek. Tarım çoktan darbe yedi, fiyatlar tırmanıyor"
* * *
Posta:
"Susuzluk korkusu"
Hürriyet:
"Su bitecek diye 2000'de uyardık"
* * *
Dünyanın en büyük ordularından birine sahibiz. Bireylerin "yaşam kalitesi" açısından 173 ülke arasında 93'üncü sırada; silah alımları açısından ise dünya sıralamasında, yılda 12 milyar dolarlık silah alımlarıyla, 14'üncü sıradayız.
* * *
Ne var ki, sel baskınları, salgın hastalıklar, kuraklık, deprem gibi doğa afetleri ile; yoksulluk, mesleksizlik, ulusal gelir dağılımındaki uçurumlar türü, yönetim kötürümlükleri, "düşman" düzeyinde bir tehlike sayılmıyor.
Neden sayılmıyor?
Yönetilen yığınlar adam yerine konmadığı için mi, bilemiyorum.
* * *
Osmanlı dönemindeki yenilgilerden hiçbirini, "resmi tarih"lerde kabul etmediğimiz halde; yağmura, kara teslim olmayı çok rahat kabul ediyoruz ve bu tür yenilgilerden gururumuz incinmiyor; tuhaf değil mi?
Bütün bunlar matrakolojik bir fotoğrafı keskinleştirdiğine göre; gülerek dalga geçmek yerine, enseyi niye karartmalı ki?..
* * *
Bir de Ankara'da bol salçalı bir siyaset çorbasıyla, sivil bir Anayasa yapma tartışmaları var...
Kulağımıza şöyle çalındığı kadarıyla; Prof. unvanına da sahip bazı tosuncuklar, Anayasa'nın sivilleştirilmesine karşı çıkıyor ve şöyle demeye getiriyorlar:
- Darbelere selam, oligarşiye devam...
Bir istanbul depremi de, doğrusu öfkelenebilir böyle bir "Anayasa Hukuku" anlayışına...
* * *
Enseyi karartmayın...
Bir hayli sakıncalı, ama bir hayli de eğlenceli bir diyardır bizim ülke...
* * *
Örneğin bir uzman, yahut yazı adamı, kuraklık tehlikesini mi haber veriyor.
Bizim yerli siyasetçi, lafı hemen tıkar ağzına:
- Yok öyle bir tehlike, bütün önlemler alınmış durumda; şom ağızlılık edip halkı paniğe uğratmayalım.
* * *
Başkentte su kesintileri başlayınca da; yerli siyasetçinin söyleyecek lafı yine vardır:
- Milletimizin gücü her sorunun üstesinden gelmeye kadirdir.
...
- Sorunun üstünde önemle duruyoruz.
...
- Gereken her şey yapılacaktır.
* * *
Sıra kimin cumhurbaşkanı olması gerektiği sorusuna gelince de; politik yanıtların tefrikası uzar...
- Sözde değil, özde laik biri...
- Sözde demokrat değil, özde demokrat biri...
- Uzlaşmalarla belirlenmiş biri...
- Halkın seçeceği biri...
- Parlamentonun seçeceği biri...
* * *
Ve kulislerde dolaşan söylentiler:
- Ben de aday olabilirim pekâlâ...
- Beni de seçebilirler pekâlâ...
- Beni de...
- Beni de...
- Beni de...
* * *
Enseyi karatmayın...
Mimar Sinan da, "uydurma bir imaj" çıkarsa; düşünün bakalım daha kimler acaba "uydurma bir imaj" çıkacak diye ve kahkahalarla gülerek şükredin:
- Hiç değilse Bitlis'in Yelipis köyünde doğmadım, diye...