neler yapmadık bu vatan için

entry156 galeri
    9.
  1. Genel anlamda Türkiye'nin boğazına sıkı sıkıya dolanmaya başlayan sorunlara bakarak, hiç enseyi karartmayın.
    Bu sorunlar 100 yıl önce de vardı ama, o sıralarda kimse farkında değildi.
    * * *
    "Uzay çağı", elektronik ve uydularla, küreselleşme sürecinin geliştirdiği şeffaflık; şimdi evlerimizde otururken, ekranlardan orman, köy, fabrika yangınlarını izlememize de olanak sağlıyor; hangi göllerle ırmakların kuruduğunu ve nerelerin su baskınları altında kaldığını izlememize de...
    * * *
    Bundan 100 yıl önce de Yozgat'ın, yahut Niğde'nin, yahut Iğdır'ın bir köyünde doğanın kaderiyle, Nişantaşı'nda doğanın kaderi aynı değildi; bugün de değil...
    * * *
    "Vatanı ve milletiyle devletin bölünmez bütünlüğü" ilkesinin kutsallaştırılmış olduğu bir ülkede; Tokat'ın bir köyünde doğmakla, izmir'in Karşıyaka'sında doğmak arasında neden bu kadar büyük bir fark bulunduğu sorgulanabilseydi; Türkiye'nin bugünkü gündemi de, "susuzluk"la, politik söylentiler ve kutuplaşmalar üstünde bu kadar odaklaşmazdı.
    * * *
    Sorgulanmamışsa sorgulanmamış; bunun için enseyi karartmaya değer mi?
    Bu arada bir yığın da eğlenceli haber var. Bunlardan bir tanesi de, Yasemin Bay'ın dünkü Milliyet'in 1'inci sayfasındaki haberiydi ve başlığı da şöyleydi: "Mimar Sinan abartıldı mı?"
    * * *
    Haber şöyle başlıyordu:
    "'Mimarlığın Aktörleri' adlı bir kitap yazan Prof. Dr. Uğur Tanyeli'nden tartışılacak sözler: 'Mimar Sinan'ı 1890'lardan başlayarak muhayyel (hayal ürünü) bir kimlikle inşa ettik. Oysa hakkında bildiklerimiz üç daktilo sayfasını geçmez. O günün olanaklarıyla bu kadar yapıyı bir mimarın bireysel tasarım iradesiyle gerçekleştirmesi mümkün değil."
    * * *
    Prof. Tanyeli:
    - Türk mimarlık tarihini Türk ulusunu var etme çabaları çerçevesinde yazdık. Elimizde malzeme yoktu ve Sinan'ı 1890'lardan başlayarak muhayyel bir kimlikle inşa ettik, diyordu.
    * * *
    Türk ulusunu var etme çabalarıyla, bir de mimarlık tarihi uydurulmaya kalkıldığında...
    2007 yılının 1 Ağustos'unda da, gazete manşetleri şöyle oluyor:
    Vatan:
    "Kuraklık Türk ekonomisini tehdit ediyor - Tehlikenin farkında mısınız? - Barajların dibi göründü. Havalar böyle devam ederse Türkiye suyun yanı sıra elektrikte de büyük darboğaza girecek. Tarım çoktan darbe yedi, fiyatlar tırmanıyor"
    * * *
    Posta:
    "Susuzluk korkusu"
    Hürriyet:
    "Su bitecek diye 2000'de uyardık"
    * * *
    Dünyanın en büyük ordularından birine sahibiz. Bireylerin "yaşam kalitesi" açısından 173 ülke arasında 93'üncü sırada; silah alımları açısından ise dünya sıralamasında, yılda 12 milyar dolarlık silah alımlarıyla, 14'üncü sıradayız.
    * * *
    Ne var ki, sel baskınları, salgın hastalıklar, kuraklık, deprem gibi doğa afetleri ile; yoksulluk, mesleksizlik, ulusal gelir dağılımındaki uçurumlar türü, yönetim kötürümlükleri, "düşman" düzeyinde bir tehlike sayılmıyor.
    Neden sayılmıyor?
    Yönetilen yığınlar adam yerine konmadığı için mi, bilemiyorum.
    * * *
    Osmanlı dönemindeki yenilgilerden hiçbirini, "resmi tarih"lerde kabul etmediğimiz halde; yağmura, kara teslim olmayı çok rahat kabul ediyoruz ve bu tür yenilgilerden gururumuz incinmiyor; tuhaf değil mi?
    Bütün bunlar matrakolojik bir fotoğrafı keskinleştirdiğine göre; gülerek dalga geçmek yerine, enseyi niye karartmalı ki?..
    * * *
    Bir de Ankara'da bol salçalı bir siyaset çorbasıyla, sivil bir Anayasa yapma tartışmaları var...
    Kulağımıza şöyle çalındığı kadarıyla; Prof. unvanına da sahip bazı tosuncuklar, Anayasa'nın sivilleştirilmesine karşı çıkıyor ve şöyle demeye getiriyorlar:
    - Darbelere selam, oligarşiye devam...
    Bir istanbul depremi de, doğrusu öfkelenebilir böyle bir "Anayasa Hukuku" anlayışına...
    * * *
    Enseyi karartmayın...
    Bir hayli sakıncalı, ama bir hayli de eğlenceli bir diyardır bizim ülke...
    * * *
    Örneğin bir uzman, yahut yazı adamı, kuraklık tehlikesini mi haber veriyor.
    Bizim yerli siyasetçi, lafı hemen tıkar ağzına:
    - Yok öyle bir tehlike, bütün önlemler alınmış durumda; şom ağızlılık edip halkı paniğe uğratmayalım.
    * * *
    Başkentte su kesintileri başlayınca da; yerli siyasetçinin söyleyecek lafı yine vardır:
    - Milletimizin gücü her sorunun üstesinden gelmeye kadirdir.
    ...
    - Sorunun üstünde önemle duruyoruz.
    ...
    - Gereken her şey yapılacaktır.
    * * *
    Sıra kimin cumhurbaşkanı olması gerektiği sorusuna gelince de; politik yanıtların tefrikası uzar...
    - Sözde değil, özde laik biri...
    - Sözde demokrat değil, özde demokrat biri...
    - Uzlaşmalarla belirlenmiş biri...
    - Halkın seçeceği biri...
    - Parlamentonun seçeceği biri...
    * * *
    Ve kulislerde dolaşan söylentiler:
    - Ben de aday olabilirim pekâlâ...
    - Beni de seçebilirler pekâlâ...
    - Beni de...
    - Beni de...
    - Beni de...
    * * *
    Enseyi karatmayın...
    Mimar Sinan da, "uydurma bir imaj" çıkarsa; düşünün bakalım daha kimler acaba "uydurma bir imaj" çıkacak diye ve kahkahalarla gülerek şükredin:
    - Hiç değilse Bitlis'in Yelipis köyünde doğmadım, diye...

    çetin altan
    0 ...