şimdi böyle deyince illa şova yönelik karşılık verecek biri muhakkak olacaktır tabi ama 'ulan bi gideyim bende zirve yapayım' diyen meraklı ve daha önce bu yürüyüşü tecrübe etmemiş arkadaşıma sesleniyorum ben. Bu şehirde büyüdüğün ve hergün mutlaka uludağ'ı yemyeşil gördüğün için kafanda hep bi cennet, doğa, yeşillik olgusu var ama kaşık aslında yok. sabahın köründe bi heves bi heyecanla çıkıyorsun yola, herşey hazır, herles hazır, başlıyorsun tırmanmaya daha zaten ilk yokuşta aklına tacizetmeye başlıyor, çıktıkça yoruluyor, yoruldukça terliyor, terledikçe sövüyorsun o çok güvendiğin aklına. Yeşillik mi? inanamazsın. her yer taş, her yer kaya,uzanayım desen iki parça çimen, yarım metre gölge yok, bulutlar güneşin önünü kessin de az bi hava serinlesin diye dua ediyorsun ki, 'kapı'yı görüyorsun karşında, zaten orda karşına nihat doğan çıksa ruhun diz çöker, tövbe eder geri dönebilmek için. uzatmayacağım, cool duruyor burdan bakınca evet, haklısın ama hakkını boşver aklını kullan, gitme. Sabredip yürüyenini gördüm, güneş felfecir tepende, bi de tırmanıyorsun, haliyle ter basıyor. Terleyince soyunuyorsun güneş derini kavuruyor, pancar gibi oluyorsun, sonra o terle tepenin birini bi aşıyorsun, ayağının altında kar, terli vücudunu donduran buz gibi rüzgar, boyun pert, eyvah diyip giyiniyorsun; sonra yine ter yine sıcak. Etkinlik etkinliktir tabi ama o yürüyüşe, o efora, o çabaya değecek gölgesinde uyunabilecek bir ağaç altı bile olmayan bi yere gidiyorsun. Aklında bulunsun.