araplar dahil olmak üzere -başta bedevi arap kabileleri- arap olmayan farklı unsurların, kur'an'daki öğelerin semantik alanını anlayabilmeleri için gösterilen çabadır. esasen kur'an'ın getirdiği hükümler insani normlar olmak üzere temel ibadetleri de kapsarsak yeni şeyler değildir, allah'ın kur'an'da bahsettiği fıtrat dinini ihya etmektir. hac, oruç, namaz, kurban, infak... bunlar hz. peygamber'le getirilen ve öncesinden hiç bilinmeyen öğeler değildi, nitekim mal biriktirmemek, köleyi azad etmek, köleci bir toplum yaratmamak, bugünün algısı ile ''zaten bunlar bilinen şeylerdendi olması gerekirdi'' demek, o gün için hemen hemen imkansızdı. bugünün toplumsal, siyasal, etik yargıları ile o günü kıyas etmek, emin olun ciddi bir hatadır. şöyle bir soru da doğuyor; ''e o zaman kur'an adam olmayan bedevi, insanlıktan nasibini almamış arapların kitabıdır bundan bize ve diğer halklara ne?'' dediğiniz anda dinleri bir kenara bırakırsak bugünün etik normlarına göre insani tüm değerlere savaş açmış olursunuz, bu insanlığın ''fıtratı'' ile çatışır ve çelişir. sizce bugünün dünyası, teknolojisi ve ''medeniyeti'' ya da bilgiye ulaşma kolaylığı ve kapital krallığı dışında tam tamına ilkel döneme benzemiyor mu? giydiklerimizin, yediklerimizin ya da algılarımızın değişmesi, ''değiştiğimiz'' ya da onlardan farklı olduğumuz, üstün olduğumuz anlamına mı geliyor? kur'an çoğunluk itibari ile toplumsal önermeler sunan bir kitap. şahsi kısımları ise temel ibadetler, aile yaşantısı gibi konulara dayanıyor. bu bağlamda insanlığın bugün ki değerlerini ''ortak bir geçmişin mirası'' olarak değerlendirirsek, din olgusu da insanoğlunun orta geçmişinin bir sonucudur en seküler değerlendirmeyle ele alacak olursak.
peki kur'an neden her dile uygun değil de arapça geldi? oysa ki apaçık bir kitaptı. peki kur'an bunu kullandığı etimoloji için mi? yoksa verdiği mesaj için mi kullandı bunu bakmak gerek. çünkü en temel eserler, bugünümüzde elimiz altında olan bilgi kaynakları malumdur ki farklı dillerden ediniliyor. bir şekilde kendi dilimize uyarlıyor ve belki de hayatımıza geçiriyoruz kendi dilimizden olmayan normları. peki arapça kur'an neden bu sıralamaya mantıken dahil olamıyor?
ahzab suresi konusuna gelince, bu noktada o döneme atıf yaparak bu güne olan yansımalarını konuştuğumuz anda ''ama o zaman kur'an 1400 yıl öncesinde kalmıştır, bugünün ihtiyaçlarına cevap vermez'' önermesi gelecektir. benim anlatmak istediği ise, bugünün algısı 1400 yıl önceki kur'an'ın temel atmasındandır, 2000 yıl önceki roma'nın, 5000 yıl önceki sümer-akad kültürünün, 3000 yıl önceki zerdüştün vs...
temeller atılmış, algısal ayrım noktaları binlerce yıldır zihinlerimize kazınmış ve biz en aşağı bakıp ''bu binayı yıkmalıyız'' diyoruz. şimdi bunu söyleyince de ''gerici'' oluyoruz. ben ise kaçamak etiket yapıştırmalardan karşılıklı olarak kaçınalım, geçmiş ve bugün önceliğini bir arada değerlendirelim diyorum.
kur'an neden tefsir edilir? ana soru bu değil mi? kur'an'ın verdiği toplumsal ve bireysel mesajın tefsire ihtiyacı yoktur, kur'an'ın literatürde siyer dediğimiz olgusunun ve dilinin tefsire ihtiyacı vardır. çünkü ibadetler yani ritüeller somut olgular olduğu için bunu örfler gibi nesilden nesle aktarma imkanı bulunabilir ve bulunmuştur da; ancak tarihi serüveni bir bütün içinde ele alabilmeniz açısından ve arap diline hakim olmayanlara ya da öğrenmek isteyenlere anlatabilmeniz açısından tefsir önem arz eder. tabi ki bunu bir ''araplaşma'' temayülü olarak görecekseniz, klasik eserlerin evlerimize girmesi de ''frenkleşme'' olarak nitelemek kalır geriye ki adil olalım, eğer ki ''frenkleşme'' tabirinden dolayı ''gerici'' ilan edilmeyeceksek. anlatmak istediğim din, siyaset, felsefe, bilim... tüm bunların insanoğlunun var oluşundan bu yana kültür havzalarına ve zihinlerine dolmuş ortak ve evrensel nitelikli kurumlar olması sebebi ile dilin bize ne kadar yabancı olduğu, dinler, diller ve uluslarüstü bir algıyla düşünürsek o kadar da garipsememiz gereken bir durum olmadığını gösterir. nitekim kur'an hiçbir zaman falanca milletten bahsetmemiş, ''ey insanlar'' demiştir.
tefsir nedir derken ciddi metod hataları yaparak başlıyoruz işe.
tabi ki iş geliyor yine bir şeye ve olması gerekene dayanıyor; tercih... inanmak gibi bir tercihtir inanmamak. bu noktada arkadaşlarımızın zahirci bir yaklaşımla da olsa tefsir üzerinden getirdikleri eleştirilere saygı duyuyor, ancak metodoloji hatası yaptıklarını dile getirmek istiyorum.