Filmi bugün seyrettim. Daha önce de medyaya yansıyan Nurgül Yeşilçay'ın filmde görünen jartiyerleri dışında bir haberi dikkatimi çekmemişti.
Film bir başyapıt değil ama bu kadar kötü eleştiriyi de hakedecek bir film de değil. Benzerlerini Hollywood'da da görebileceğimiz kurgusu dertli. Ama gerek dizi sektörümüz gerekse film sektörümüz bu dertten fazlasıyla muzdarip zaten. Bir çok görülmesi gereken sanatçı performansı bu kurgu beceriksizliği ve senaryo eksikliğinden ziyan olup gidiyor zaten. Ya da çok iyi bir hikayeye sahip olan dizi tutunca, rating alınca uzatılması yoluna gidiyor ve hikaye genişletiliyor. Böylece boka sarıyor. Demem o ki iyi ki dizi versiyonu yapılmamış da film olarak yapılmış.
Filme dönelim: Aslında bu filmi evli olmayanların evli olanlarla aynı tadı alarak izlemesi biraz zor. Hele ki bir de benzer şeyler yaşamışlarla... O tamamen imkansız. Oysa ki ülkemiz büyük şehirlerinde bu hikaye her gün gırla yaşanmakta. Öyle ya da böyle, ya yaşıyorsunuz ya da yaşayanlara bir şekilde temas ediyorsunuz. Bu yüzden bazı yazarların sorduğu soruyu cevaplayayım hemen. Bu hikayedeki hangi karakter olursanız olun bırakıp gitmek o kadar kolay değil. Bırakılmıyor hiç bir şey. Zaten bir süre sonra bu yüzden içinden çıkılmaz hale geliyor. Ne aldatan olun ne de aldatılan kolayca yeni bir yaşama yelken açamıyorsunuz. Bunun ise pek çok sebebi var. Öncelikle eşinizi de gerçekten seviyorsunuz ama kendinize hak gördüğünüz o yaşanmamış ya da bir şekilde yarım bırakılmış aşkı da yaşamak istiyorsunuz. Eşinizi ya da sevgilinizi inciteceğinizi bile bile devam ediyorsunuz. Bundan kendinizi alabilmeniz gerçekten çok güçlü bir irade gerektiriyor. Çoğunlukla kimse bu iradeyi gösteremiyor ve hayatın içinden çıkan herhangi bir zorunluluk belirene kadar belirsiz olan bu yolda ilerlemeye devam ediyorsunuz. Sosyolog ya da psikolog değilim ama belki de çekici gelen, ihtiyacını hissettiğimiz bu belirsizliğin verdiği heyecandır.
Aldatılan evli kadının bırakmaması ise daha ilginç. Ama benim şahit olduğum olaylarda aldatılan kadının bırakamaması aldatan eşine karşı olan sevgiden kaynaklı değildi çoğu kez. Onlar başka bir kadına karşı verdikleri mücadeleyi kaybetmemek için bırakmıyorlar. Ama aynı zamanda eşlerine belki de ilk defa böyle bir olay yaşadıklarında gerektiği gibi sahip çıkıyorlar. Çünkü bilirsiniz; kendi başınıza gelene kadar duyduklarınızın, okuduklarınızın kendi başınıza da gelebileceğine inanmıyorsunuz. Ama geliyor...
Bırakıp o anki aşkın peşinden koştura koştura gidememenin bir sebebi de korku. Çünkü her ne kadar yaşadıklarınız normak hayatınızın dışına kaçmış olup sizi rahatsız etse de yaşamadığınız yepyeni bir hayatın vereceği korkudan da iyi. Bilinmezlik korkutuyor insanı. "Ben sonra ne yapacağım" diye düşünüyor ve kaybetmeye başladığınız hayatı yeniden ele geçirme savaşına giriyorsunuz.
Bu açıdan bakacak olursak sanırım çok az kadın Zeynep gibi davranıyor. Zaten filmi çekici kılan şey de buydu. Zeynep bir şekilde düşmanı olarak görülebilecek Nazlı ile yüzleşme ve onu tanıma yoluna girdi. Bu genel olarak pek tercih edilmez. Aldatılan genelde toplumun ahlak yapısı nedeniyle kendini mağdur ve haklı görür. Bu yüzden kimi kez hır gürle, kimi kez şiddetli ağlama nöbetleriyle, kimi kez de yakın çevresine durumu anlatarak aldatanı yalnız bırakma yöntemine girerek mücadelesine devam eder. Zeynep karakteri filmde bambaşka ve ilginç bir yola girdi. Bu filmi çok ilgi çekici bir hale getirdiyse de başta söylediğim kurgu eksikliği nedeni ile sonunu getiremedi.
Filmin bir diğer ilgi çekici yönü ise senaryosunu doğrudan kimseyi suçlayan bir yapı içinde başlatmaması ve devam ettirmemesi. Aslında filmde herkes masumdu. Yıllar sonra karşılaşılan eski aşkınıza hala yanık olduğunuzu anladığınızda çok sevdiğiniez bir karınız vardır. Hemen herşey yolundadır. işte tam da bu durumda kimse "dertsiz başıma dert açmayım" demez. O belayı kollarını açarak karşılar. Sonuçlarına da katlanır. Bu yüzden Ferhat karakteri toplumda sık karşılaşılan olmasa da fazlasıyla yaşayan bir karakter. Belki şaşıracaksınız ama her erkek seks için aldatmaz eşini. Şaşılacak kadar ciddi bir yüzdeye sahip olan bir de "aşk" arayanlar vardır. Aradıklarını çoğu kez bulurlar ama bu sefer de huzurlarını kaybederler. Üstelik bu tip ilişkiler sonrası genelde sular durulduğunda kimsenin memnun kalmadığı bir sonuç kalır elinizde.
Film bunun çok muhakemesine gitmiyor. Bunu Nazlı'ya meslek olarak eskort kız seçilmesinden anlıyoruz. Nazlı her ne kadar başkaları yüzünden çok acı bir yaşam yaşamasına rağmen evli bir adamın yuvasını yıkan kötü kadın aslında. Bu yüzden filmin sonunda onuru da gözetilerek en uygun son seçilmiş kendisine. Ama gerçek hayattan çok ama çok uzak. Sonunda da aile yapısı bozulmadığı gibi küçük kız da hem yeni bir anneye hem de yeni bir babaya kavuşuyor. Sanki annesini yitiren bir çocuğun hiç tanımadığı insanları anne ve baba olarak kabul edebilmesi çok kolaymış gibi bir sorunsalı da hiç açmak istemiyorum.
Oyunculuklara gelince tayanç Ayaydın, Nurgül Yeşilçay ve Ezgi Asaroğlu da başarılıydılar bence. Tayanç Ayaydın'ın kimi sahnelerdeki duygusallığı göreceli olarak abartılı gelebilir. Ama Nazlı karakteriyle ilk tartıştıkları sahneler insanın içinde gerçekten bir lezzet bırakıyor. Çok ağdalı olmamasına rağmen gönül tellerimizi titreten bir yapıdalardı. Nurgül Yeşilçay'ın karakterinden en dikkat çekici taraf ise abartılı derecede saflığı hatta aptallığı diyebiliriz. Temiz kalpli mi desek ne desek bilemem ama feleğin sillesini heme her pozisyonda yemiş biri olarak daha olayın başında her şeyi çakabilirdi. Nurgül Yeşilçay'ın zaten çakmak çakmak çakan gözlerinden her daim zeka fışkırırken bu rolde böylesi aptalcık olması yadırganabilir. Esra Asaroğlu ise filmin genelinde ya ağladı ya da ağlamaklı bir suratla dolandı durdu. Ama o kadar güzel yaptı ki bunu kendisinden daha deneyimli olan oyuncular karşısında pek sırıtmadı. Hatta açıkça söyleyeyim onun oynadığı sahneler daha çok olsun istedim. Elbette eleştirileri haklı çıkarak bazı sahneler de vardı. Sanırım bunlar filmin daha başarılı bir gişe yapması için ayarlandılar. Nurgül Yeşilçay'ın jartiyeriyle asansöre binmesi, Eşi antalya'dayken sanki her an sevişmeye hazır bir uyku kıyafeti ile onu bekleyen karısı Zeynep'in göğüs frikiği verdiği sahneler gibi. Elbette bir de girdilere konu olan Aldatılan kadının aldatması olayı var. Zeynep eşinin çok da hazetmediği iş arkadaşıyla hem de iş yerinde sevişir. Filmin en olmamış yeriydi bence. Çünkü film hikaye olarak aldatılan kadının intikam almasıyla değil de eşini tekrar elde etmesi üzerine kurgulanmışken sanki başka bir filmin hikayesi işin içine giriyor ve ne başı ne de sonu filmi etkileyecek bir sahne giriyor filme. Osman Sınav'ın bu sahneyi ne amaçla filmde bıraktığını anlamak benim açımdan pek mümkün değil. Ama şu anda internet ortamında "Ezgi Asaroğlu Sevişme" aramalarının cevabı olmaktan öteye geçmediğini düşünüyorum. Ayrıca burada seyrine gerçek performansını ortaya koyabildiği ortamlarda doyum olmayan Teoman Kumbaracıbaşı'nı harcamak olarak bakabiliriz. Bu adam çok daha verimli kullanılabilirdi oysa ki...
Nihayetinde bazı filmler vardır ki bir daha seyredesiniz gelmez. Bu filmi ise bir daha gönül rahatlığıyla seyredebilirim. Ama keşke ortaya koyduğu sorulara cevap vermese bile tartışma konumunda bırakabilseydi. Başyapıt değil ama seyredilesi...