müslümanlara sorulacak 91 soru

entry31 galeri
    19.
  1. 19.

    Yakın istikbâlde bile halli imkânsız bazı meselelere, bilimsellik maskesi altında yakıştırılan "yapmacık çözümler" maalesef teori olmak vasfını bile kaybetmiş olmasına rağmen, günümüzde birer gerçekmiş gibi telkin edildi ve böylece ilim adına bir sürü "dogma"lar icad edildi. Bunlardan en meşhuru da evrim teorisidir. Bu "yüz yamalı bohça'nın çoktan ilim çevrelerinde iflası ilân edilmiştir. Fakat yerine konulmak istenilenler de tatmin edici bir yaratılış modeli olamamıştır. Bunun sebebi de, yaratılış mevzuunda batlıların dayandıkları kaynaklanan aslı kaybolmuş muharref dînî metinler olmasıdır. Bu yazı ise, orijinalitesini muhafaza eden Kur'ân gibi bir kaynağa dayanılarak yazılmıştır. Bu bakımdan hem ilk insanın yaradılışı, hem de anne karnındaki yaratılış safhaları, âyetler ve ilmî gerçekler açısından ele alınırken, şaşırtıcı beraberliklerin tesbiti, araştırıcı ruhlar için düşündürücüdür.

    Evet ilâhi mesaj, insanın ve bütün canlıların, su ve topraktan yaratıldığını ifade ederken bakıyoruz ki, gerçekten canlıların esas maddesini teşkil eden nesneler, toprakta ve suda bulunan elementlerden ibarettir. Bilhassa insan organizmasının % 30'unun organik (katı) madde, % 70'nin sudan olduğu ilmen tesbit edilmiştir.

    Anne karnındaki teşekkülü, Kur'an-ı Kerim'in ele alışı, ilim adamlarını hayret ve hayranlığa sevk edecek derecede, bu günkü ilmî tesbitlerle aynen uyuşmaktadır. Bilhassa erkeklik ve dişilik faktörünün erkek menisine (sperme) ait olduğunu ifade eden Kıyâme Suresinin âyetleri fevkalâde dikkat çekici bir hüviyet taşımaktadır. Bu çeşit araştırmaların artması, Keith Moore gibi gerçek ilim adamlarına hep şunları söylettirecektir; "Ayet ve hadislerin, ilmî gelişmeler konusundaki açıklamalarını bilgimin artması ile daha iyi değerlendireceğimi hissediyorum. Din ile ilim arasındaki yıllar boyu bırakılan mesafenin Kur'ân ve hadislerin ışığı altında kapatılacağına inanıyorum."
    Çağımızda insanların çoğu "bilimsel" adı altında takdim edilen pek çok şeyin gerçeğin ta kendisi olduğunu kabul etmek temayülünde bulunuyor. Böylece insan çok defa "çağdaş insan" ya da "çağdaş düşünce sahibi" olarak kabul ediliyor ve itibar görüyor. Halbuki "bilimsel" olarak takdim edilen konuların birçoğu nazariyelerden ibarettir; hatta bunların bazısı bilimin çözemediği ve istikbâlde çözemeyeceği meseleler olarak gözüküyor. Böylece çağımızda bilim adına bilimde "reddetmek; aksine kendi icad ettikleri varsayımlara itibar etmek gibi bir tezadın içine düştükleri görülüyor. işte Darwin nazariyesi bu konulardan biridir. Halbuki insaflı hatta ilmî mantığa uygun olarak en az ilmî hipotezler kadar inanç esasına dayalı naslar da dikkate alındığı takdirde, hem bilimin gelişmesine hem de tefekkür hayatımızda yeni ufukların açılmasına sebep olabiliriz.

    insanın yaratılışı hakkındaki "bilimsel" hipotez, tabiî seleksiyonla basit bir türden yüksek yapılı organizmaların teşekkül ettiği, neticede maymundan insanın geliştiği görüşüdür.Son günlerde ise Havva annemizin zenci olduğu, şempanzenin insandan türediği hipotezi ortaya atıldı. Halbuki Kurân-ı Kerim insanın insan olarak yaratıldığını bütün insanların Adem'den türediğini bildiriyor.

    Gerçekten Kurân-ı Kerim'de sadece insanın yaradılışı gibi biolojik değil, hukukî, ahlakî, sosyal ve ekonomik konular yanında astronomi, jeoloji, botanik, zooloji ve tıp gibi çeşitli bilim dallarına dair bilgiler görüyoruz. Tıp bilimlerine dair konular oldukça önemli bir yer tutuyor (1). Pek çok kimse bir din kitabında bilimle ilgili bu gibi konuların bulunmasını, bunların incelenmesini, "bilimsel" veri ve hipotezlerle karşılaştırılmasını tuhaf bulabilir. Bu düşünce tarzı bile batılı bilim adamlarından intikal etmiştir. Batılı bilim adamları bilim ve din ilişkisinden bahsederken çok defa sadece hristiyanlık ve yahudiliği göz önüne alır, katiyen islâm'ı nazar-ı itibare almazlar. Batıdaki bu yanlış değerlendirme bazen bilgisizlik; fakat çok defa orientalistlerin kıskanç ve kasıtlı aleyhtarlıklarından ileri gelmektedir (2). Son yıllarda batılı bilim adamlarının islâm'ı doğru değerlendirmeye; hatta batılı entelektüeller arasında islâm'ı seçenlerin dikkati çekecek derecede çoğalmaya başladığını söylemeliyiz.

    Kurân-ı Kerim'e göre insanın yaradılışını iki bölümde inceleyebiliriz. Hz. Adem' jn yaratılışı. Anne rahminde insan yavrusunun yaratılışı. Birinciye Havva annemizin, ikinciye Hz.isa (a.s.)'nın yaratılışı ilave edilmelidir.

    Hz. Âdem'in (a.s.) yaratılışına dair Kuran ayetleri şu mealdedir (3):

    "Hani Rabbin meleklere muhakkak ben yeryüzünde bir halife (bir insan, Adem) yaratacağım" demişti (Bakara 30).

    "And olsun biz insanı kuru bir çamurdan suretlenmîş balçıktan yarattık" (Hicr 26).
    "O insanı (Ademi) bardak gibi (çınlayan) kupkuru bir balçıktan yarattı (Rahman 14)

    "Yaratılışta kendileri mi daha kuvvetli yoksa bizim yarattıklarımız mı?Hakikat bizonları cıvık bir çamurdan yarattık" (Saffat 11)

    "Ki o, yarattığı herşeyi güzel yapan, insanı (Âdemi) yaratmaya da çamurdan başlayandır" (Secde 7)

    "And olsun biz insanı (Âdemi) çamurdan (süzülmüş) bir hulâsadan yarattık" (Mü'minun 12)

    "O,sîzi çamurdan yaratan sonra ölüm zamanını takdir edendir" (Enam 2).
    "Sizi (aslınızı) ondan (topraktan) yarattık" (Taha 55)

    "Sizi bir topraktan yaratmış olması O'nun ayetlerindendir. Sonra siz (her tarafa yayılır) bir beşer_oldunuz" (Rum 20)

    "... iblis dedi: Ben bir çamur olarak yarattığın kişiye secde eder miyim" (isra 61, Araf 12, Sâd 76)

    Bu âyetler özetlenecek olursa, "Âdem çamurdan yaratılmıştır" (isra 61, Araf 12, Sad76, Secde 7),

    'Âdem cıvık çamurdan yaratılmıştır" (Saffat 11)
    "Âdem çamurdan süzülmüş bir hulâsadan yaratılmıştır" (Mü?minun 12)
    "Âdem kuru çamurdan suretlenmiş balçıktan yaratılmıştır" (Hicr 27, Rahman 4). (3).

    Adem (yerden çıkmış varlık) edim (yeryüzü, toprak) anlamında ibranice bir kelimeden gelmektedir, Âdem'in çamurdan, yani toprağın su ile karışımından yaratıldığı, daha açık bîr ifade ile kuru çamurdan şekillenmiş bir balçıktan yaratılıp ilâhi ruhtan üflendikten sonra canlandığı beyan ediliyor:

    "Ki o yarattığı her şeyi güzel yapan, insanı (Âdem'i) yaratmaya çamurdan başlayandır" (Secde 7)

    "Sonra onu (Âdem'i) düzeltip tamamladı, içine ruhundan üfürdü, sizin için kulaklar, gözler, gönüller yarattı" (Secde 9) (3).

    Gerçekten sadece insanın değil tüm canlıların yapısını teşkil eden esas maddenin topraktaki elementler ve sudan ibaret olduğu özellikle insan organizmasının % 30'nun inorganik ve organik (katı) madde, % 70'nin sudan ibaret olduğu bilinmektedir. Bu terkip göz önüne alınırsa insan organizması suyu galip bir yapı gösteriyor. Hayatı su veriyor. Keza bitkiler, hayvanlar ve herşey topraktan geliyor, tekrar ona dönüyor ve toprak oluyor.

    Elmalılı Hamdi tefrişinde Hz. Âdem'in çamurdan çıkarılan bir hulâsadan, yani önce çamurdan istifa (temiz olanı seçme) ile ayrılan bir hulâsadan yaratıldığını ifade ediyor (4); adeta insanın anne rahminde bir nutfeden yaratılması gibi, önce çamurdan ayrılan nutfe mahiyetini almış hulâsa dan halk edilmiş; sonra ruh verilmiş ve böylece Adem yaratılmış oluyor. Fahreddin Razi(5)de tefsir-i kebirinde Hz. Âdem'in topraktan seçilmiş bir hulâsadan yaratılmış olduğunu vurguluyor.

    Hz. Âdem'in yaratılışı bugün bilim adamının laboratuarda tekrarlayacağı bir deney gibi gözükmüyor. Bu, muhteşem bir araştırma olarak* karşımızda duruyor. Burada en önemli nokta Adem'in vücudunu teşkil eden topraktaki inorganik elementlerin nasıl organik bir hayat biçimine dönüştüğüdür (6). Bugün bilim bunun cevabını vermiş değildir. Bu muhteşem olayı kör bir tesadüfe bağlıyarak yaradılışı bu şekilde izah etmek kesinlikle mümkün değildir^ Bu konuda Kurân-ı Kerîm Âdem'in ve ondan insan neslinin türemesini öldükten sonra dirilme yada yeryüzünde kuruyan tabiatın tekrar nasıl canlandığına yemyeşil olduğuna dikkatimizi çekerek, topraktan bir canlı yaratmanın bir ölüyü tekrar diriltmekten daha yüksek bir kudret gerektirdiğini bildiriyor:

    "Ey insanlar; eğer siz öldükten sonra dirilmek hususunda herhangi bir şüphe içinde iseniz şu muhakkaktır ki biz sizin aslınızı topraktan,sonra onun zürriyetini insan suyundan, sonra pıhtılaşmış bîr kandan, daha sonra da hilkati belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık ve bunları size kudretimizi apaçık gösterelim diye yaptık. Siz dileyeceğimîz muayyen bir vakte kadar rahimlerde duruyorsunuz. Sonra sizi çocuk olarak daha sonra da kuvvetinize,yiğitlik çağına ermeniz için büyütüyoruz. Kiminiz öldürülüyor, kiminiz de evvelki bilgisinden sonra artık hiçbir şey bilmemek üzere Ömrün en fena devresine doğru gerisin geri itiliyor. Sen yeryüzünü kupkuru ve ölü görürsün. Fakat biz onun üstüne yağmuru indirdiğimiz zaman o harekete gelir, kabarır, her güzel çiftten nice nebat bitirir" (Hac 5) (3).

    "De ki yeryüzünde gezip dolaşın da (Allah'ın) hilkate nasıl başladığını görün. Allah yeni bir ahiret hayatını da tekrar yaratacaktır. Çünkü Allah her şeye hakkıyle kadirdir" (Ankebut 20).

    Nihayet Kurân-ı Kerim göklerle yeryüzünün, dağların, diğer canlıların yaratılışı hakkında bilgiler veriyor:

    "inkâr edenler görmediler mi ki göklerle yer bitişik halde iken bizim onları birbirinden ayırdığımızı, her canlı şeyi de sudan yarattığımızı o küfür (ve inkâr) edenler görmediler mi? Hâla inanmayacaklar mı onlar?

    Yer (yüzün) de onları (insanları) çalkalar diye sabit sabit dağlar yarattık.Aralarında da bol bol yollar yaptık. Biz gökyüzünü de korunmuş bir tavan (gibi) yaptık onlar (münkirler) ise bunun ayetlerinden (Allah1 in varlığına birliğine işaret) yüz çeviricidirler.

    O geceyi-gündüzü, güneşi, ayı yaratandır ve bütün bunlar kendi yörüngesi içinde yüzmekte (devretmekte) dîr" (Enbiya 30, 31, 32, 33) (3).

    "Allah her canlıyı sudan yarattı. işte bunlardan kimi kanat üstünde,kimi ayağı üstünde yürüyor, kimi de dört (ayağı) üstünde yürüyor" (Nur 45} (3).

    Tekrar insanın yaradılışına dönelim. Âdem'den sonra Havva'nın yaradılışı hakkında Kurân-ı Kerîm;

    "Ey insanlar sizi bir tek candan (Âdem'den) yaratan, ondan da yine onun zevcesini (Havva'yı) vücuda getiren ve ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbiniz (e karşı gelmek) den sakının" (Nisa 1) (3).

    "O, sizi bir candan (Adem?den) yaratan, bundan da (gönlü) kendisine ısınsın diye eşini yaratan o'dur (Allahtır) vaktâ ki o (eşini) örtüp bürüdü (cinsi münasebet) o'da hafif bir yük yüklendi de (gebe oldu) bununla gidip geldi nihayet (gebeliği) ağırlaşınca ikisi de Rablerine şöyle dua ettiler. "Eğer bize düzgün (hilkati tam) bir çocuk verirsen andolsun ki her halde şükredenlerden olacağız" (Araf 189}

    "Size nefislerinizden kendilerine ısınmanız için zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve esirgeme yapması
    onun ayetlerindendir"(Rum 21).

    "Sizi bir kişiden yarattı. O, sonra ondan da eşini meydana getirdi. Sizin için davarlardan sekiz çift indirdi. Sizi analarınızın karnı içinde bir yaradılıştan öbür yaradılışlara (kalb ile) halk edip duruyor....." (Zümer 6).

    "....Size hem kendi (cins) inizden eşler hem davarlardan eşler yaptı. Sizi bu suretle (zürriyetlendirip) üretiyor......" (Şûra 11)

    Havva, Âdem'den nasıl vücuda gelmiştir? Bu konuda Kurân-ı Kerim'de geniş tafsilat yoktur. Havva Arapça bir kelime olan 'Hayy (canlı)'dan gelmektedir.Canlıdan (Adem'den) yaratıldığı için bu isim verilmiştir.islâm kaynaklarında Havva'nın yaratılışı hakkında iki görüş vardır (7):

    Ekseri ulemanın görüşüne göre Cenab-ı Hak Adem'e bir uyku hali verdi,sonra O'nun sol kaburga kemiklerinin birinden Havva'yı yarattı. Adem uyanınca onu gördü O'na meyletti ve onunla ülfet peyda ederek ısındı. Çünkü o kendinden, bir parçasından yaratılmıştı (7). Bazıları Havva'nın Âdem'in kaburga kemiğinden yaratılmasının israiliyyat (ben-i israil kitaplarındaki masallar) olduğunu bildirmişlerdir. Bazı hadis-i şeriflerde kadınlar kaburga kemiğine benzetilmiş ya da "kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır onu doğrultmaya çalışırsan kırarsın; olduğu gibi kabul edersen istifade edersin" şeklinde bir ifade mevcuttur (9,10}.

    Araştırıcılar bu hadislerden Havva'nın yaradılışına ait herhangi bir tafsilat çıkarmanın mümkün olmadığını söylerler ve çeşitli mecazi yorumlara müsait olan bu hadislerin esas hedefinin kadınlara karşı yumuşak davranma olduğunu kabul ederler,

    Diğer görüş Ebu Müslim Isfahanî'ye aittir. isfahanı, Havva'nın yaratılmasından bahseden ayetten maksat onun Âdem'in cinsinden olmasıdır. Allah "size kendinizden eşler yaratmıştır", "kendinizden peygamberler göndermiştir" buyruğunda olduğu gibi kaburgadan değil, Âdem gibi Havva da topraktan yaratılmıştır diyor(7).

    Kaldı ki birinci görüş daha kuvvetlidir. Zira "sizi bir tek nefisten yarattı" ayeti bu görüşü takviye ediyor; eğer Havva da topraktan yaratılmış olsaydı bu halde sizi iki nefisten yarattık buyurulması gerekirdi. Bazıları da ayetteki "min"den bir gayenin başlangıcı anlamındadır, Yaratılış , Âdem ile başlamış ve Âdem topraktan yaratıldığına göre Havva'da topraktan yaratılmış olabilir denilmektedir(7).

    insanın yaradılışı hakkındaki ayetlerin izahı bu şekildedir. Kurân-ı Kerim'e göre insanın insan olarak yaratıldığı anlaşılıyor. Ama son günlerde Darvin'in aksine yukarıda bahsedildiği gibi Fransız L?express gazetesinde Allan Wilson bilimsel araştırmalara dayanarak yepyeni bir hipotez ortaya attı. Ona göre Havva'nın zenci olduğu, maymunun insandan türediğini iddia etti. Bazı Türk gazeteleri ise Kurân-ı Kerim'de ki "biz onlara (Yahudilere) hor ve hakir maymunlar ve domuzlar olun dedik" (Bakara 65, Maide 60, A'raf 166) mealindeki ayetler ile insandan maymunun türemesi arasında bir irtibat kurmak eyilimi gösterdiler. Halbuki bu ayetler sapıtmış Yahudi kavmine ilâhi bir ceza ile helak olma anlamında tefsir edilmiştir. Ayrıca Kurân-ı Kerim'de münkirler hakkında "hayvandan aşağı" (Araf 179) müminler hakkında ise "yaratılmışların bir çoğundan üstün kılınmış" (isrâ 70) gibi ifadeler dikkati çekmektedir.

    insanın ana rahminde halk oluşu Kurân-ı Kerim'de şu şekilde ifade edilmektedir:
    "insanın üzerine uzun devirden öyle bir zaman gelip geçti ki o anılmaya değer bir şey bile değildi.

    Hakikat biz insanı birbiriyle karışık (erkek ve kadın suları ile) bir damla sudan yarattık" (Dehr1,2).

    "Sonra onu (insan) sarp ve metin bir karargâhda (rahimde) bir nutfe yaptık" (Mü'minun 13).

    "Sonra o nutfeyi bir kan pıhtısı haline getirdik derken o kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, O bir çiğnem eti de kemik (ler)'e kalb ettik de o kemiklere de et giydirdik. Bilahare onu başka yaratılışa inşa ettik. Suret yapanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne yücedir" (Mü?minun 14).

    "Ki O sizi bir topraktan, sonra bir meniden sonra bir kan pıhtısından yaratıp sonra bebek olarak çıkaran sonra sizi güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz için, sonra da ihtiyarlar olmanız için yaratandır" (Mümin 6,7).

    "Ey insanlar biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık, sizi birbirinizle tanışasınız diye büyük cemiyetlere ve kabilelere ayırdık" (Hucurat 13)

    "Hakikaten meniden (rahme) döküldüğü zaman erkek ve dişi iki çifti o yarattı"(Necm 45-46)

    "Döl yataklarında size nasıl dilerse öyle kılık veren odur,.." (Âli imran 6)
    "insanı bir damla sudan yarattı" (Nahl 4).
    "O sizi yer (yüzün) de yaratıp türetendir" (Mü'minun 79)
    "And olsun sizi (evvela) yarattık sonra size suret verdik" (Araf 11)
    "O sudan bir beşer yaratıp da onu soy sop yapandır" (Furkan 54)
    "insan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi" (Yasin 77)
    "Halbuki o sizi hakikat türlü türlü tavırlar (haller) le yaratmıştır" (Nuh 14)
    "Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı?

    Onu sağlam bir yerde tutup da, Malûm bir vakte kadar" (Mürselat20,21,22)

    "O (döl yatağına) dökülen meniden bir damla su değilmiydi?
    Sonra o (meni) bir kan pıhtısı olmuş derken insan biçimine koyup yaratmış düzenlemiştir.
    Hülâsa ondan erkek, dişi iki sınıf çıkarmıştır" (Kıyame 37,38,39)
    "O sizi bîr tek candan yaratandır" (Enam 98)

    "Onu (yaratan) hangi şeyden yarattı,
    Bir damla sudan yarattı da onu biçimine koydu.
    Sonra onun yolunu kolaylaştırdı" (Abese 18,19,20)

    "Biz hakikat insanı en güzel bir biçimde yarattık" (Tin 4)
    "Yaratan Rabbinin adı ile oku.
    O insanı bir kan pıhtısından yarattı. (Alak 1,2) (3).

    Kurân-ı Kerim'de anne rahminde ceninin teşekkülünü ifade eden bu ayetler adeta embriyolojik gelişimin bir tasviri gibidir. Bu konuda Kanada Toronto Üniversitesi Anatomi Profesörü Keith Moore (11)'un en son teknik metotlarla tesbit ettiği anne rahminde ceninin teşekkülü ve gelişme safhaları ile Kuran ayetleri ve hadis-i şeriflerle mukayeseli araştırması yukarıda zikrettiğimiz Kuran ayetleri ile islâm Peygamberinin hadislerinin bilimsel bir ispatı mahiyetindedir

    Hz.isa'nın anne rahminde yaratılması daha değişiktir. Bu konuda Kurân-ı Kerim:

    "Muhakkak ki isa'nın hali de (yani babasız dünyaya gelişi de) Allah indinde Adem'in hali gibidir. (Allah) onu (Adem'i) topraktan yarattı. Sonra ona "ol" dedi. O da (can gelip) oluverdi, (Ali imran 59).

    "Irzını (bir kal'a gibi) koruyan o kızı da (yâd et) ki biz ona ruhumuzdan üflemiş kendisimde oğlunu da âlemlere rahmet kılmıştık" (Enbiya 71)

    "Ey Meryem Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdeliyor. Adı isa (lakabı) Mesih sıfatı Meryem oğludur" (Ali imran 45).

    "O, benim nasıl bir oğlum olacakmış dedi (evlenip de) bana bir beşer dokunmâmıştır, ben bir iffetsiz de değilim" (Meryem 20).

    "Meryem dedi ki" ey Rabbîm bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olabilir. Allah (dedi) Öyle fakat Allah ne dilerse yaratır. Bir işe hükmedince ancak "ol" der. O da oluverir" (Ali imran 47) (3).

    Hz. isa'nın yaradılışı hakkındaki bu ayetler tabiatta bazı örneklerini gördüğümüz sadece döllenmemiş dişi yumurta hücresinden bir canlının meydana geliş biçimini düşündürmektedir.

    Böylece hiçbir zaman bilimin laboratuvarına sığmayacak kadar muazzam ve tekrarı mümkün olmayan Kurân-ı Kerim'e göre insanın yaradılışı olayını ana hatları ile bildirmiş bulunuyoruz. Gerçekten daha evvel cereyan etmiş Âdem'in yaradılışı bilim adamı için meçhuldür. Ama gene Kurân-ı Kerim'de ayrıntıları ile bildirildiği şekilde her gün tekerrür etmekte olan anne rahmindeki yaradılış olayını hepimiz her gün hayranlık hatta şaşkınlıkla izliyoruz. Evet eskilerin "Sünnetullah" adını verdikleri ilâhi kanunlar hükmünü icra ediyor. Fakat insan yeryüzünde Allah'ın halifesi (vekili), Allah'ın sıfatlarından hepsini zerreler halinde taşıyan bir nüsha-ı kûbrâ, yaratılmışların en şereflisi (eşref-i mahlûkat) ve tüm yaratılmışların kendisi için yaratılmış olduğunu unutmuş görünüyor. insanoğlu bunu bilebilse. Kurân-ı Kerim bilmemekte ısrar edenleri "çok zulûmkâr ve câhil" olarak vasıflandırıyor (Ahzab 72). Ama bilimin laboratuvarına sığmayanı kalblerine sığdıranlar, bazılarının varsayım olarak bile kabul etmediklerini bilimsel muta (veri) den daha değerli kabul ederler. Çünkü onlar gene Kurân-ı Kerim'in "siz düşünmez misiniz" "siz akıl etmez misiniz" gibi ilme ve araştırmaya teşvik edici emirleri yanında; (zaten) size az bir ilimden başkası verilmemiştir" ifadesi ile de bilgilerinin sınırlı olduğunu bilirler ve yüce Allah'a iman ederler.

    Sözümü Keith Moore'un şu ifadesi ile noktalamak istiyorum:

    "Ayet ve hadislerin ilmi gelişmeler konusundaki açıklamalarını bilgimin artması ile daha iyi değerlendireceğimi hissediyorum. Din ile ilim arasında yıllar boyu bırakılan mesafenin Kuran ve hadislerin

    ışığı altında kapatılacağına inanıyorum".

    KAYNAKLAR:

    1-Ataseven, A.- Din ve Tıp Açısından Domuz Eti. Türkiye Diyanet Vakfı, yayınlan ti.25 Emel Matbaası. Ankara 1985.
    2-Yıldınm. S.: Kitab-ı Muhaddes, Kuran ve Bilim (La Bible, 1« Coıan et la Science) Mau-rice Bucaillel TÖV yayınları No: 3 Silin matbaası izmir 1985.
    3-Çantay, H.B.: Kurân-ı Hakim ve Meâl-i Kerim. Elit Ofset tesisleri, 1976, istanbul.
    4-Yazar, A.H.: Hak dini Kuran dili. CiM 4 Ebu Ziya Matbaası Sh. 3056,3434, istanbul, 1936.
    5-Fahreddin Razi: Et-Tefsttü'l Kebir. Cilt 23, Mısır baskısı Sh 84.1357(1938).
    6-Kutup, S.: Fîzılâl-il-Kurân tercümesi cilt 9 Hikmet yayınevi istanbul, Sri.118.
    7-Fahreddin Razi: Et-Tefsirin Kebir.ClH 9, Mısır baskısı Sh, 160, 1357 (1938).
    8-Aydemir, A.: Tefsirde israiliyat Diyanet işleri Başkanlığı yayınlan, Ayyıldız matbaası A.Ş.Ankara Sh.247. 1978.
    9-lbn-i Hacer el-Askalani: Fethü'l bari cilt 11, Mısır baskısı Sh.161, 1378 (1959).
    10-Miras, K.: Sahih-i Buharı tecrid-i saıih tercümesi. Cilt 6.Sh.l45. Tarih Kurumu Basımevi, 1971.
    11-Moore, K.L.: D eveloping Human with islamic edition third ed. WB.Saundeıs CoPhl-ladelphie London Toronto 1982.

    20

    Kur'ân-ı Kerim’in yirmi üç sene boyunca bölüm bölüm indirildiği bilinmektedir. Ayetteki; “Biz onu, Kadir Gecesi'nde indirdik” ifadesi ise şöyle açıklanmaktadır:
    Kur'ân-ı Kerim levh-i mahfuz denilen kader levhasında bir bütün halinde bulunmaktadır. Cenab-ı Hakk'ın emriyle Kadir Gecesi'nde, bir bütün olarak dünya semasında “Beytü’l izzet” denilen yere indirilmiştir. işte ayette ifade edilen mana budur. Daha sonra Cebrail (as) vasıtasıyla Kur'ân-ı Kerim dünya semasından yirmi üç senede zamanın ve insanların ihtiyaçlarına göre bölüm bölüm indirilmiştir.
    Bazı âlimlerin görüşleri ise şu şekildedir:
    • ibn-i Abbas der ki: Kur'ân-ı Kerim, Kadir Gecesi bir bütün olarak dünya göğüne, sonra buradan bölüm bölüm yeryüzüne indirilmiştir. Allah (cc), ayetlerini, müşriklerin peygamberle tartışmak için söylediği sözlere mukabil ve insanların ihtiyacına cevap olarak dilediği şekilde ve zamanda gönderiyordu. (ibn-i Kesir)
    • Şabî der ki: bununla Kur'ânın Kadir Gecesi indirilmeye başlandığı belirtilmektedir. Çünkü peygamberin bi’seti Ramazan ayında olmuştur. (ibn-i Kesir)

    Bakara suresinin 185. ayeti, Duhan suresinin ilk ayetleri ve Kadir Suresi’nde Kur’ân’ın Ramazan ayında mübarek bir gecede yani Kadir gecesinde indirildiğinden bahsedilmektedir. ilgili ayetler şöyledir:

    “Ramazan ayı ki o ayda insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’ân indirilmiştir.” (Bakara, 2/185)

    “Hâ Mîm. Andolsun o apaçık kitaba ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz uyarıcıyız. O gecede her hikmetli buyruk ayrılır ve katımızdan bir emirle ilgilisine yollanır.” (Duhân, 44/1–5)

    “Muhakkak ki biz Kur’ân’ı Kadir gecesinde indirdik.” (Kadir, 97/1)

    Bu ayetlerde Kur’ân’ın bir defada indirildiği değil; Ramazan ayında ve adına “Kadir” denilen bir mübarek gecede indirilmeye başlandığı anlatılmaktadır. Aksi takdirde Kur’ân’ın bir gecede toptan indirildiği anlaşılır ki bu, şu ayete aykırı olur:

    “inkâr edenler: Kur’an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi? dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık (parça parça indirdik) ve onu tane tane (ayırarak) okuduk.” (Furkan, 25/32)

    21

    13. cevaba bakınız.

    22

    Levh-i Mahfuz, Arapça'da korunmuş levha demektir. islâm'da olmuş ve olacak her şeyin yazılmış olduğu manevî levhayı dile getirir. Olmuş ve olacak şeyler Allah'ın bilgisine bağlı olduğundan Levh-i Mahfuz doğrudan Allah'ın ilim sıfatı ile ilgilidir. Korunmuş (mahfuz) olarak nitelenmesinin nedeni, burada yazılı olan şeylerin herhangi bir müdahale ile değiştirilmekten, bozulmaktan uzak olmasıdır. Kur'an'da Ümmü'l-Kitap (Kitapların Anası, Ana Kitap), Kitabun Hafîz (Koruyan Kitap), Kitabun Mübin (Apaçık Kitap), Kitabun Meknun (Saklanmış Kitap), imamun Mubin (Apaçık inen Kitap) ve sadece Kitap olarak da anılır. insanların başlarına gelecek şeyleri de ihtiva ettiği için Kitabu'l-Kader (Kader Kitabı) da denir.

    Levh-i Mahfuz adı, Kur'an'da yalnız bir ayette geçer. Bu ayette Kur'an'ın Levh-i Mahfuz'da bulunduğu bildirilir (Buruc, 88/22), ancak hiçbir tanım getirilmez. Buna karşılık birçok ayette nitelikleri belirtilerek tanımlanır. Buna göre Levh-i Mahfuz, içinde hiçbir şeyin eksik bırakılmadığı (En'âm, 6/59), olacak şeylere ait bilgileri saklayan (Kaf, 50/4), yeryüzüne ve insanlara gelecek tüm belaların yazılı bulunduğu (Hadid, 57/22) her şeyin sayılıp tesbit edildiği (Yasin, 36/12), gökte ve yerdeki tüm gizliliklerin açıkça belirtildiği (Neml, 27/75), tertemiz olarak yaratılan meleklerden başka kimsenin dokunamayacağı apaçık, korunmuş, koruyan, saklanmış ve ana kitaptır.

    Levh-i Mahfuz nedir ve niçin kullanılır?

    Olmuşların ve olacakların, zamandaki bütün anların ve mekandaki bütün varlıkların, kısacası, her şeyin yazılı bulunduğu bir "levha"dır bu alem. ilahi ilmin aynası, kaderin defteri, kainatın programıdır. Bilgilerin korunduğu bu alemin insandaki küçük örneği, "hafıza"dır.

    Şehadet aleminde mercimek kadar küçük bir et sembolüyle temsil edilen hafıza, başımızdan geçen olayları, gördüğümüz yerleri, tanıdığımız insanları, duyduğumuz sesleri, tattığımız tatları, hayatımız boyunca edindiğimiz bütün intibaları, öğrendiğimiz bütün bilgileri içine alır, ama yine de dolmaz. Dağlar, denizler, ovalar, gökyüzü, yıldızlar, büyük küçük her şey ondadır.

    Bütün bu işler, o mercimek küçüklüğündeki et parçasının marifeti olabilir mi hiç! Hafıza, zekanın hazinesi, tefekkürün sermayesi, benliğimizin tarihidir. Ruhumuza takılan en değerli cihazlardan biridir. Hafızasız bir zeka işimize yaramaz. Çünkü biz, eskiden öğrendiklerimize dayanarak düşünürüz. Hafızanın bir de ebedi hayatımıza bakan yönü vardır. Hafıza, bir senet, bir vesika, bir belgedir. Ahiretteki muhasebe vaktinde, dünyada işlediğimiz sevapları ve günahları göstererek bize şahitlik eder. "Levh-i Mahfuz"un küçük bir misalidir bize verilen. Nasıl insanın başından geçenler bütün olaylar hafızasında yazılıyorsa, kainattaki bütün olmuş, olan ve olacak olaylar da o büyük hafızada yazılıdır. Her iki "levha"da da Rabbimizin "Hafîz" ismi tecelli eder.

    Her şeyin Levh-i Mahfuz'da yazılmış olduğu gerçeğini bazı kimseler akıllarına sığıştıramazlar. “Yazılma” denilince “harf harf kaleme alınmayı” anlamak eksik olur. Genlerin dizilişi yazı yazmadan çok farklıdır. Hafızanın bir şeyi kaydetmesi de daktiloyla yazmaya benzemiyor. Bir teyp bandında yahut video kasetinde de sözler ve olaylar kalemle kaydedilmiyorlar.

    işte her şeyin ve her hadisenin, Levh-i Mahfuz'un defterleri olan imam-ı Mübîn ve Kitab-ı Mübîn'de yazılması bunların çok ötesinde bir keyfiyetledir. Bu kaydın da harflerle, kelimelerle alakası yoktur.

    Melekler neden yazar?

    Meleklerin kâtipliği, insanların özgür iradeleriyle ortaya koydukları söz ve eylemlerinin yazılımına dairdir. Levh-i Mahfuz, canlı cansız her şeyin bütün keyfiyetleriyle nasıl olduğu ve nasıl olacağı hususunu -Allah’ın sonsuz ilminin bir not defteri olarak- ihtiva etmektedir. Bunun varlığının pek çok hikmetlerinden biri, Allah’ın sonsuz ilmini yansıtan bir ekran olmasıdır. Mele-i âla sakinlerinden dört meşhur melek, hamele-i arş, kerrubiyun gibi diğer büyük meleklerin Levh-i Mahfuz'u müşahede etmeleri, yeryüzü sakinlerinden -nadir de olsa- bazı büyük evliyanın keşfen görmeleri ve umum müminlerin iman-ı bilgayb cihetiyle kalben ve hayalen müşahede etmeleri, bir manada Allah’ın sonsuz ilim ve kudretinin varlığına şahit olmaları, bu levhanın varlığının önemli bir sebebi olarak kabul edilmelidir.

    Kiramen Kâtibîn melekleri ise, her şeyi değil, sadece insanların amellerini yazarlar. Bu yazılışın en önemli hikmeti ise, âhirette -büyük mahkemede- Allah’ın sonsuz adaletinin herkes tarafından görülmesi için bu iki meleğin birer âdil şahit olmalarıdır. Gerçi başka şahitler de vardır. Kişinin kendi uzuvları da şahitlik edeceklerdir. Ancak, meleklerin yazdığı dosyanın bir kopyasının bizzat sanıkların elinde olması, adaletin ayrı bir güzelliğini gösterir.
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük