Kesinlikle kurgu ve oyuncu filmi. iki büyük babayı bir filmde görmek bile doyuruyor insanı. Sıradan bir suçlu, dedektif filmi değil. Çünkü klişelere ya da aksiyona ayrılmamış. inceden de olsa Hanna ve McCauley'nin hayatları da mercek altına alınmış. Bu kısımlarıyla zaten bana daha reel gözüktü. Kurgusu da çok iyi. Sahneler ne çok uzun ne de kısa tutulmuş. 2 saat 50 dakika olmasına rağmen nasıl geçtiğini anlamazsınız.
Hanna işkolik, psikopat, sinirli bir dedektif ve kendi hayatında ölü rolünü oynuyor. Eşinden de sürekli uzaklaşıyor, kendi fark etmese bile. McCauley ise yalnız, biraz aşkı arayan, öfkesini dışa vuran bir karakter. Ancak Hanna'nın hayatı bana daha etkileyici geldi. Çünkü cebelleştiği çok şey var kendi adına. McCauley ile kahve içmeye gittikleri sırada da aslında ondan etkileniyor, nedendir bilinmez. Hele ki son sahnede McCauley ölürken elini tutmuyor mu son zamanlarda izlediğim best scenelerden biriydi.
Erkekler çok baskınken kadın karakterler pek öyle değil. Hatta hiçbir şey yapmamasına rağmen en etkin rol Lauren'ın.. Hanna'nın eşi de kendi içinde kaybolmuş biri. Filmin başında bir seks sahnesiyle önümüze gelirlerken giderek grafik düşüyor. Hastane dramında bile umut yok. McCauley'nin tanıştığı kızda öyleydi. Onun suçlu olduğunu bilmesine rağmen ağzına açamadı ya la. Şaştım kaldım bu işe.
Filmin aksiyonuna gelirsek ban soygunundan sonra enfes bir çatışma var. Aksiyon için izleyecekseniz zaten baştan tavsiye edebileceğim bir film değil. Kurgu/oyunculuk filmi. De Niro'yu bir tık daha üstte buldum.