kadının, o komplike dünyasının; erkek hayatına yansımasıdır.
mesele bir yüzük olarak algılanır ama işin aslı öyle değildir. kadın, hisleriyle ve duygularıyla yaşar hayatını somutluklardan daha ziyade. ve somutluk da onlar için bir anlamı, derinliği olduğu sürece önem kazanır.
evet, tecrübeyle sabit bu. ömrümde tek bir gönül ilişkim dışında hiç birisine bir yüzük bulaşmış değildir.
ayşegül vardı misal. benden yaşça biraz büyüktü ve hayatımda kendimi yanında böylesine rahat hissedebildiğim ilk yabancı kadındı. üniversitedeydim o zamanlar. birkaç ay sürdü görüşmemiz ve sevgilimle ettiğim kavgadan tutun da babamın kanserine kadar pek çok konuda bilirdi hayatımı. vodkayı en çok da şekersiz limonatayla sevdiğimi bilirdi. ama yeni bir şeyler sevdirecek kadar değildi. ona hiç yüzük takmadım, o da hiç böyle bir beklenti içine girmedi.
selen vardı sonra. bursa'da yaşıyordu, tesadüfen tanışmıştık. zaten genelde tesadüfen tanışırız insanlarla. yaklaşık 1 yıl kadar görüştük. hep konya'da görüştük. kalkıp gelirdi kafası atınca ve oturup uzun uzun muhabbet ederdik. arada sevişirdik de. hem de adamakıllı sevişirdik. arada bir telefonla falan da konuşurduk. ama hiç yüzük almadım ona da ve o da demedi hiç.
dilara vardı gene eş zamanlı. güzel bir kadındı. hatta yerine göre kadın olmak konusunda iddialı bile sayılırdı. bol bol konser izlerdik köhne öğrenci evimizin, dip taraftaki yalnızlık kokulu odasında, odamda. makarna hariç hiç yüzük bile demedik birbirimize. "yüzük makarna" ayrı bir başlıktı ama ilişkimizde. 2-3 ay kadar görüştük, sonra görüşmemeyi daha doğru bulduk.
tuba vardı. polatlı tuba'sıydı kendisi. dilara gibi 3 yaş küçüktü benden, çok değil. konya'da hukuk öğrencisiydi. yalandan bir anket yapmıştım tanışabilmek için ama işe de yaramıştı hani. tamam, işletme öğrencisinin "kadın duygusallığının iş hayatına etkisi" üzerine bir anket yapması, anket için format sorularının olmaması, sorular arasında "en sevdiği şarkılar" ve "filmler" olması ve bu da yetmezmiş gibi bir ilişkisinin olup olmaması vesaire sırıtıyordu ama işe yaramıştı. yüzük mü? bahsi bile geçmedi. beyaz renk yakışırdı tuba'ya.
aysel vardı gene aklıma gelen. benden tam 6 yaş küçüktü. 20'sindeydi ilk seviştiğimizde. bilir misin "peki bundan sonra ne olacak" diye dahi sormadı, garip hissetmiştim kendimi. uzak durdum sonra.
nur da vardı. ya da hala var derinlerde bir yerlerde, bilemiyorum. şu dünyada her şart altında iyi olmasını isteyeceğim yegâne insanlar arasındadır yeri. istanbul'a yakın bir yerde yaşıyordu. en son ciddi ciddi görüştüğümüzde 2010 ramazan ayıydı. pierre loti'ye gitmiştik. "beni eleştirsene" demişti, hatırlıyorum. "senin gözlemlerine güveniyorum" diye eklemişti ve ben onu eleştirememiştim. eleştirilecek bir yeri yoktu ki bana göre. ama hiç "yüzük" demedi, ben de öyle bir hadsizliğe girişmedim hiç.
şimdi tüm bunları -dili geçmiş zaman ekiyle çekimliyorum bir şekilde ama hiç "yüzük beklemişlerdi" demiyorum "istemişlerdi" demiyorum. yani öyle kadınlar çok da "yüzük takmak" derdinde değiller. yeter ki senin nasıl bir adam olduğunu kestirebilsinler, hayatlarında seni koyabilecek bir yer bulabilsinler.