kadınları anlayan bir yazar olmak

entry30 galeri
    12.
  1. umut sarıkaya' nın tespitin dibine vurduğu yazısıdır.

    “Kadınları anlayan yazar olmak – Umut Sarıkaya

    kadınları anlayan yazar olmak istiyorum lan artık. bıktım hayvan gibi adamları anlatmaktan. ne pis kitle yapmışım arkadaş hissetmeden yıllar yılı. güldük eğlendik ama artık yeter. adam içinde kaldım kuran çarpsın. sayenizde hergün biraz daha eksildim hayattan. okur kitlesi! bak sana sesleniyorum! oğlum bizi bu kadar adam hiçbir yere almazlar lan! dağılalım arkadaşlar! “vaaayy götü kalkmış bunun” dediğinizi duyar gibiyim, şimdi ben ne söylesem söyleyeyim inanmayacaksınız. arkadaşım ben çaktırmadan, hissettirmeden rotayı kadına çevirmesini de bilirdim. iki kedi atardım şu yazının içine, biraz pişmanlıklarımızdan gurur duymaktan dem vururdum, keşke vakit olsa da yağmurda çıplak ayaklarla dans etsek diye öneride bulunurdum, şu kitle var ya yemin ediyorum melis içinde kalırdı. siz de ekmek yerdiniz şu işten, ben de…
    “e iyi abi yap sen öyle, biz bilmiyomuş gibi yaparız” dediğinizi duyar gibiyim sevgili kurnaz, bütün dünyayı aptal bi tek kendisini zeki sanan kitlem. oğlum melis kediye, yağmurda çıplak ayağa, pişmanlıkların gururuna bir gelir, iki gelir. arkadaşım sen bile kıllı mıllı bir erkek olarak bir bara, bir kafeye gittiğinde “oo hacı burası sap dolmuş, aman hacı kızlı ortama kaçalım” diye düşünmüyor musun? melis de öyle düşünüyor. kaçırırsınız oğlum siz. o yüzden kusura bakmayın yolun sonuna geldik. biliyorum şimdiye kadar hepiniz “abi ben bi gireyim ortama hepinizi aldıracam” diyen hemcinslerinizin tarafından hep kandırıldınız, hep aldatıldınız. ama bana güvenin, size hiç yalan söylemediğimi biliyorsunuz. birer ikişer aldıracam sizi, “geç abi geç arkadaş bizden” diye diye sokucam sizi içeri. bakın şu son veda yazısını yazarken bile sizin hislerinizi, temennilerinizi anlamadan edemiyorum. siz de beni anlayın biraz. hepinizi top sakallarınızdan, dar kotlarınızdan öpüyorum. hoşça kalın.
    artık emelime ulaşmıştım, kadınları anlayan bir yazar olarak huzur içindeydim. biraz daha mizah öğesi barındıran yazılarımı dergiye, daha vurucu, buruk yazılarımı ise bir gazetenin pazar ekine yazıyordum. konusu; orta yaş bunalımı geçiren, aldatılmış ama yine de ayakta kalabilmiş bir kadının aşk hayatını anlatan romanım çoksatanlar listesinde aylardır birinci sıradaydı. bir yazar olarak bırakın kadife ceket giymeyi, kendimi komple kadifeyle kaplatmıştım. kadifenin pici olmuştum resmen. gülüşüm de değişmişti. eskiden “tısısısı” diye gülerken şimdi “ahahaha” diye patlatıyordum kahkahayı. etrafımda bu kadar kadın varken hep sülün gibi kızlarla oturduğumu sanmayın. gerektiğinde sülüne de koşuyordum ama geçkin, yaşlı entellektüel kadınlarla da vakit geçirmesini biliyordum. inanın, gördüğüm kadeh tutan, ince sigara tutan kalın, kavisli, ojeli yaşlı kadın tırnağının sayısını bile bilmiyordum. “bugün ne kadar alımlısınız böyle, eşinizi kıskanmamak elde değil doğrusu” diye yalandan kompliman yapıp “ahahaha ilahi umut’cuğum ömürsün” diye karşılık alarak muhattap olduğum yaşlı kadın sayısı ise tahıl ambarı konya’ya sığamayacak boyutlardaydı. kadınları anlayan yazar olmanın da bu gibi zorlukları vardı işte.
    yayınevinden biket hanımın londra’dan gelen arkadaşı zerrin adına düzenlenen rakı gecesine bir davet almıştım. hem yayıneviyle ilişkilerimi sağlamlaştırayım hem de sosyal çehreme, çehre katayım diye iştirak etmiştim o yemeğe. sıcak bir beyoğlu akşamında sokaktaki bir masada, karafakiden doldurğumuz rakıları yuvarlıyorduk. biket hanım zerrin’le temeli çok eskiye taaa izmir’e dayanan sıkıcı dostluklarını çok ilginç bi şeymiş gibi bana anlatıyor, ben arada zerrin’in güzel kızına bakıp arada bir de biket hanımı sıcak bir gülümseme eşiliğinde kaşlarımı havaya kaldırarak şaşırmış gibi onaylıyordum. biket anlattıkça resmen etlerim sökülüyordu ama sabaha kadar anlatsa sabaha kadar dinlerim gibi davranıyordum. çünkü biket biliyordu ki iyi bir dosttan daha çok iyi bir dinleyiciydim ben. ama içimden “hay zerrin’e bir,sana iki” dediğimi bilmiyordu. keyifli sohbetimiz kahkahalar, hoş anılar eşliğinde ilerliyordu ki birden sokağın başında bana bakan birini gördüm. “ne’n var kuzum,bembeyaz oldunuz” diye sorup arkasına baktı zerrin. hayal görmüştüm sanırım. bir on dakika geçti geçmedi yine aynı suratı, yanında başka tanıdık suratla konuşurken gördüm. biket “iyi misin, ter içindesin” dedi. laflarını isteyerek lavaboya gittim. elimi yüzümü yıkayarak aynaya baktım. saçmalıyordum galiba, saçımı geriye tarayıp lavabodan çıktım. çıktığım anda bi kol beni yakalayıp duvara yapıştırdı. “abi meraba” dedi. yurt-kur battaniyesinin kokusunu taa ciğerlerimde hissettim. bir öksürük tuttu. “abi nooldu? abi söz vermiştin unuttun mu bizi” diye gittikçe sertleşen hareketlerle sarsarak sordu bana karşımdaki. “hatırlayamadım pardon” dedim. “abi adamı deli etme. ben kitledenim, yıllardır takip ediyoruz seni, ilk başlarda seviniyoduk başarılarına ama senden ses çıkmayınca arkadaşlar sinirlenmeye başladı. arkadaşları tutmaya zorlanıyoruz. dışarda öfkeli bir grup seni bekliyor. bir 20 kişi kadarlar. senden bi cevap bekliyoruz abi” dedi. “arkadaşlara söyleyin onları unutmadım, sözlerimi her zaman tutarım. şimdi müsadenizle” diyerek yanlarından ayrıldım. biket hanımların yanına oturdum, kendime bir rakı koydum. “ulan söz verdiysek verdik, g.t vermedik ya. hem nasıl 20 kişilik öfkeli bi grubu masaya çağırayım, bu ercan, bu taner, bu osman diye tanıştırayım zerrin’in güzel kızıyla? insan biraz halden anlar. adama kim bunlar diye sorarlar. kitleyse kitle! canımı mı alacaklar, bu ülkenin jandarması var polisi var” diye düşündüm. sohbetime eskiye göre biraz tutuk olmak kaydıyle devam ettim. bir ikisinin varlığı bile dengemi bozmuştu, bütün bir kitleyi yürek kaldırmazdı. “kalın tırnağı düşün, karşı konulmaz ayakkabı sevgisini düşün, kadınları düşün… hımmmmm dünyanın tüm topuklu ayakkabıları, hımm tüm çantaları.. kadınlarrr” diye kendi kendimi telkin ederek kadınlara konsantre oldum. tam o esnada öfkeli kalabalık bi on metre uzağımızda tartışmaya başladı. birazdan saldıracaklardı ve nasıl saldıracaklarını düşünüyolardı sanırım. güçlü durmalıydım. ilgilenmedim. zerrin’in kızına “yılın bu mevsimi bodrum’un harika olduğunu duymuştum” dedim. tam beni cevaplayacakken ardından gelen ıslık sesi ve “hop tatüüüüüüüü! tatüüü aloo!” böğürtüsüyle irkildi zavallı kız. ilgilenmedik. “gümüşlükte yediğim kabak dolmasının tadını hala unutamam” dedim. ses yine “tatüü naber lan artis” diye haykırdı.
    zerrin’in kızı “umut bey sanırım size sesleniyorlar” dedi. “ne alakası var canım. benim tatülük müessesiyle ne alakam var” dedim. zerrin de biraz bozularak “evet umut bey sanırım size sesleniyorlar” dedi. panik halinde biket’e döndüm. “birine benzettiler sanırım. ben tatü değilim, umut’um. kadınları anlayan yazar umut” diye onaylamasını bekleyerek, soran gözlerle baktım. “bi baksanız iyi olur” diyerek ince bir sigara yaktı. hepimiz gergindik. yanlarına gideyim de susturayım şunları diyecekken. masamıza geldiler. kısa boylu olanı “tatü abi pepe’nin selamı var. 20 milyon borcun varmış onu istiyor” dedi. adamlara göz kırparak “kardeşim tatü ne pepe kim? ne diyorsunuz birine benzettiniz sanırım” dedim. “abi sen tatü umut değil misin? iyice şamşırdın haaa” diye güldü.
    saldırı başarıya uğramıştı. 20 milyonu alıp gittiler. masayı da gerim gerim etmişlerdi giderken. herkes susuyordu. “londra, aşksız, bir ömür, özlenmişlik, zırt pırt” diye bi şeyler geveledim, gerginliği alamadım.
    gitmemişlerdi. arkadan bana el hareketi filan yapıp çağırdılar. gitmek zorunda olduğumu söyleyip masadan kalktım. yanlarına gittim. yirmi kişilik öfkesi geçmiş kalabalıkla bir sokağa girdik. işte karşımda duruyor, çerçevesiz gözlükleri, numaralı tişörtleri, dar kotları, top sakallarıyla bana bakıyorlardı. onların öfkesi geçmişti ama sıra bendeydi. “siz var ya tam malsınız oğlum” diye gürledim. ne diyecekler, hiç bişey demediler. “çağıracağım vardı. hepiniz tek tek aklımdaydınız. hatta masadaki kız bi kaçınızı çok beğendiği yönünde hareketler yaptı ama çağıramam bundan sonra sizi. siz yediği kaba pisleyen insanlarsınız. aklınız sıra beni rezil ettiniz. oğlum ben yine bi şekilde kurtarırım kendimi. kurtaramasam da emeceğimi emmişim alemde. siz düşünün gerisini. siz var ya hiçbi şeye layık değilsiniz” diye gürledim. sessizce önüne baktı mini kitle. bir kaçı “söz vermiştin, çağıracaktın” diye bi şeyler geveledi. bir müddet susuştuk. eve doğru yürüdüm. bir baktım arkamdan geliyor kitle. bakınca duruyolar filan. yine yürüdüm yine geliyolar. “oğlum sktirip gitsenize, hade dağılın hadee naşşşşş naşş” dedim. gözyaşlarıyla “sanane be senin yolun mu?belediyenin yolu. sen ne karışıyon. bizim de aynı istikamette başka bi işimiz olamaz mı? belki bizim evimiz de o yönde! olamaz mı yani!!” diye haykırdı mini kitle. bakıştık. aralarından biri “abi etme eyleme bu saatte sokakta biz ne yaparız. yıllardır deli sikmiş gibi toplu halde geziyoruz. ortada kaldık. ne yapacağımızı bilmiyoruz. etme eyleme bu yol sevgi yolu, bu yol kardeşlik birlik yolu” dedi. “iyi amına koyiim gelin bende kalın” dedim. 21 erkek eve girdik, 21 alt eşortman ile… dev bir kazanda menemen yaptım mini kitleye. menemenler yendi, yer yatakları yapıldı.
    uyku tutmadı. “lan mini kitle! uyudunuz mu lan mini kitle! uyudunuz mu?” diye fısıldadım yattığım yerden. “yok abi. bizi de uyku tutmadı” dediler. “yarın gidin kitlenin tümüne haber verin. umut geri döndü, hepinizi çok özlemiş diyin” dedim gözlerim dolarak. herkesi bir sevinç aldı gitti. kahkahalar, sevinç nidaları arasında son sözümü kimse duymadı. “tatü he mi? vay be”

    kaynak: benim de söyleyeceklerim var( üç) - umut sarıkaya
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük