ve nihayet yorucu bir başka eğitim yılı sona ermiş, biraz dinlenmeyi fazlasıyla haketmişti. biraz uyuyacak ama korkuyordu bu durum tahmin ettiğinden biraz daha fazla sürecekti.
sabah erken uyandı yine, alışkanlık. hem zaten insanın hayatında yegâne yer etmiş ve kolayına vazgeçemeyeceği şeylerin başında gelirdi alışkanlıklar. telefonunda bir mesaj vardı, günaydın diyordu mesajda yabancı bir adam. cevapladı, uyumaya devam etmesi gerektiği kararına vardılar beraberce.
saat ikiye gelirken tekrar açtı gözlerini, bir kaç mesaj daha vardı telefonunda ve aynı yabancı adam "ben geldim" diyordu, nereye geldiğini dahi bilmez bir halde olduğu aşikâr. bunun bir şaka olduğuna dair olan inancı ile kuşattığı bir mesaj gönderdi onca mesaja cevap olarak. o kasabanın pek de bilinmedik yerleri ile cevaplandı bu inançsızlığı, doğruydu ve kalkıp da onca yoldan gelmişti o adam. ama neden? gene de inanmakta zorlanıyordu, pekala buraları bilen birisinden aldığı tüyolarla kendisine kötü bir eşek şakası yapıyor olabilirdi.
telaş, heyecan ve buna benzer pek çok duygu eşliğinde aradı. otobüsteydi adam. en azından bir muavinle konuşabilecek kadar otobüsteydi işte. telefonu en kısa sürede kapatmalıydı, hazılanmalı ve çıkmalıydı evden biran önce. ama hala inanamıyordu işin aslı ve belki de sırf emin olmak için gidip de bakmalıydı.
telaşını kuşandı hiç çekinmeden ve gidip o adama baktı, tek kelime etmeden oturduğu duvarın üzerine oturdu ve yorgun başını, adamın omzuna yasladı "tek kelime etme" oldu ilk sözü ve "sakinleşmeliyim" diye ekledi. "manyaksın sen" diyerek devam etti ve "kahvaltı yapmak ister misin?" gibi soruyla ve hatta oldukça alakasız bir soruyla karşılık buldu kendine. gözgöze geldiler o anda, bir şey oldu dünyada. bir insan öldü, bir çocuk doğdu, bir uçak düştü, bir araba takla attı, bir su damlası bulutlardan koptu,... adını bilmiyorlardı ama bir şey olmuştu dünyada. bir güzel kahvaltı ettiler önce. çok konuşmadılar ama.
bir çay bahçesine gittiler oradan ama çay içmediler. bir öğrencisi geldi, "hocam" dedi ve "sayenizde" diye ekledi. düzgün bir çocuğa benziyordu ama biraz fırlama olduğu yara izlerinden belliydi bana kalırsa. olsun, fırlama olmak da engel değil ki düzgün olmaya hem. "görüşürüz kemal" dedi, adı kemaldi çocuğun. ya da ona benzer bir şey işte, o kadar da önemli değildi hem.
bir süre oturduktan sonra "biraz yürüyelim" dedi yabancı, uzun süre oturamıyordu bir yerde. ve yan masadaki anne-kız kavgası da biraz germişti ve sigara paketindeki son sigarayı da içeli epey olmuştu. anlamıştı durumun bir kısmını ve "yeni paket almayacağına söz verirsen olur" diye karşıldı teklifi, "tepeye çıkabiliriz" diye ekledi ve sonra sıcak havaya kafa tutmanın yersiz olacağından dem vurarak akşamüstüne ertelemeyi daha doğru buldu bu teklifini, çıkmadılar sonra tepeye. "tamam, almayacağım" dedi yabancı ve "söz vermelisin" diyerek yineledi bu konudaki ciddiyetini. "peki" dedi yabancı "söz veriyorum önümüzdeki bir saat yeni sigara paketi almayacağım". zekiydi ve bu durum besbelli adamın hoşuna gitmişti sinir bozucu bir şekilde. yürüdüler öylece ve ders verdiği okula kadar hem konuşup hem yürüdüler.
dönüş yolunda laf dönüp dolaşıp kilo kısmına geldi. sağlıklı bir adam tarafından üflendiğinde uçacağının farkında değilmiş gibi alay etti kendi kilosuyla ama yabancı, bu konuda daha farklı düşünüyordu. yolun karşısına geçtikleri bir sırada etrafta herhangi bir canlı yaşam formunun da bulunmadığını farketmiş olacak yabancı, lafı daha çok uzatmadan sağ kolunu doladı beline ve ayaklarını yerden kesti. artık o da farkındaydı çok da kilolu olmadığının, hem birisi uzun uzun ona kilolu olmadığını söyleseydi belki bu kadar inandırıcı olmazdı.
bir yerde çay içmek için oturdular, adam kahve içmeyi tercih etti. uykusuz ve fazla yorgun görünüyordu hem belki de kahve olmasaydı, ayakta duramayacaktı garibim. sahi o kadar yolu gelmesinin sebebi neydi? kendisi bilse samimiyetle cevap verirdi ama kendisi de bilmiyordu belli ki. neyse, ney burada ya şu anda. "yorgun görünüyorsun" dedi sanki enerjisini ölçmek istercesine "sayılır" diye cevapladı yabancı. "eve gelip de biraz uzanmak ister misin" diye sordu sonra, acımıştı belki de yabancının haline. bir an duraksadı yabancı "olabilir" dedi ve sonra ekledi "iyi olur hatta" diyerek. kalktılar ve mısır da alıp evin yoluna koyuldular. derenin kenarından uzunca yürüdüler. "bu dere" dedi "yağış aldığı zamanlarda taşkın oluyor" diyerek ekledi neden bilmiyordu. sonra "evin temelini de çürütüyormuş hem" diyerek bu konudaki ilgisini açıklamak istiyor gibiydi ama yersiz olduğunu farketti sonra. yabancının umrunda değildi dere o anda. "özellikle istediğin bir şey var mı" diye sordu bütün misafirperverliğini kuşanarak "kahve" dedi yabancı "evde kahve yoksa kahve alalım giderken". evde kahvenin olduğunu söyledi ama uyarmayı da yerinde buldu "belki bayattır" diyerek. çok fazla kahve içmiyordu. zaten uyku durumu ile ilgili de pek iyi olmazdı kahve tüketmesi.
marketin önünden geçtikleri sırada küçük bir kız çocuğu gibi "dondurma alalım" dedi. yabancı, dondurmayı pek de umursamıyor gibiydi. neyi umursuyordu bu adam? dereyi umursamıyordu, dondurmayı umursamıyordu ama kendisine dair bir şeyler anlatacak olduğunda gözleri daha bir irileşiyor, kulaklarının kepçesi oynuyordu resmen yerlerinden. onu önemsiyordu ve bu tehlikeli bir hâldi belli ki. eve geldiler, şirin bir dekoru vardı evinin. bir mimari hata olan antreyi saymazsak güzel bir ev bile diyebilirdik. mutfak, salonun içinde ama bağımsız bir alan olarak kullanılabilir durumdaydı. kanepeye buyur etti yabancıyı ve yan taraftaki tekli koltuğa oturmayı tercih etti. sonra yabancı sigara paketini cebinden çıkarttığında telaş ile kültablasını alıp getirdi ve tekrar tekli koltuktaki yerine dönerek uzanması için telkinlerde bulundu yorgun yabancıya. uzanmayı, yorgunluğunu, kanepeyi de umursamıyordu yabancı. o halde pekala bu eyleme elini sürdüğünde umursayabilirdi. yemek masasının yanındaki sandalyeyi çekti yabancının hemen önüne "ayaklarını uzat bari" diyerek. yabancı uzattı ayaklarını hiç itiraz etmeden. çünkü onun, eli değmişti bu eyleme.
tekrar tekli koltuğa döndüğü sırada yabancının sesi yankılandı "yanıma gelsene" diyordu. kulağa tehlikeli geldiği kadar güzel geliyordu aynı zamanda ve güzelliğin etkisi hep iki katıdır hayatlarımızda tehlikenin yanında. yabancının yanına oturdu, sandalyede kendi ayakları için de yer açılmıştı ve yabancının sol kolu, sarmıştı onu. sağ tarafına üfleyip durduğu sigara dumanı, hiç rahatsız etmemişti onu. sigarayı bırakalı biraz zaman olmuştu ve sigara kokusunu pek de sevmediğini biliyordu ama bu adamın sigara kokusu, onu rahatsız etmiyordu. öylece oturdular bir süre, konuştular ve sustular zaman zaman. kahve yapmak için kalktı sonra, bir şarkı dinlemek de o zaman geldi aklına. konuştular, sustular ve şarkı dinlediler. ayaklarını değdirdiler birbirlerine ve kokuları karıştı birbirlerine.
sonra bişeyler yediler, birer kahve daha içtiler sonraydı. daha sonra oturup film izlemeye karar kıldılar. film bittiğinde vakit biraz geç olmuş ve dudakları sanıyorum bir süreliğine aynı nefesi alıp vermişlerdi. uyumak belki iyi bir kaçış yöntemi olabilirdi bu şeyden. uyumaları gerektiğini düşündü. kanepeyi işaret ederek sordu "buraya yatak açayım sana, uykusuzsun hem" diyerek. yabancının kolu bırakmadı onu kalması için. ve sonra neden öteki kolu da dolandı bir şekilde ve onu kucakladığı gibi yatak odasına götürdü. garip, bir oda daha vardı evde ama yabancı biliyordu doğru odanın kapısını. yattılar sonra, sabah uyandıklarında güzel bir gün doğmuştu sanki. güneşli ama yağmuru da yağdırabilecek kadar bulutlu bir gün.
bir şeyler yediler, konuştular, sustular, şarkı dinleyip söylediler. sonra "hiç gelmemeliydin" dedi yabancıya. "bu durum, işleri daha da karmaşık bir hâle getirdi". sonra yabancı "gideceğim birazdan" diyerek rahatlatmak istercesine baktı yüzüne, rahatmış gibi görünmüyordu. boynuna sarıldı yabancının ama hayatı boyunca hiç kimsenin boynuna sarılmadığı gibi sarıldı. sonra neden yaptığını anlayamadan öptü yabancıyı ve "haydi" dedi "git". yabancı kalktı ayağa ve hazırlıklarını tamamladıktan sonra sıkıca sarıldılar "veda etme" dedi, vedaları oldu olası sevmiyordu, sevemiyordu bir türlü. yüzüne baktı yabancı, öptü onu, kokladı bir köpek gibi sanki.
tek istediği biraz huzurdu. aslında en az ihtiyacı kadar huzur da bulmuştu. o hâlde kaçmanın, tam sırasıydı çünkü insan olmak bir yerde böyle bir oyundu ve istediği şeyden ölümüne kaçamayan her kimse insanlıktan çıkıyordu günün birinde.
tek istediği biraz kaçmaktı, şimdilik becerebiliyordu henüz bunu.