Ayasofya'nın kiliseden camiye dönüştürülmesi ile din ve vicdan hürriyeti nasıl telif edilir?
islâm devletler hukukunun hükümlerine göre, sulh yolu ile fethedilen ülkelerde mevcut olan ehl-i kitâba ait ma'bedlere asla dokunulmaz; ancak yenilerinin inşasına da müsaade edilmez. Eskiden beri var olanlar tamir edilebilir. Savaş yoluyla fethedilen topraklarda ise, durum tam tersinedir. Yani islâm hükümdarı, isterse, başka dinlere ait bütün ma'bedleri yok eder ve gayr-i müslimleri de sürgün edebilir. işte istanbul, tamamen savaş yoluyla feth olunmuştur. Ayasofya'nın ve benzeri bazı kiliselerin camiye çevrilişinin meşruiyet sebebi zikredilen hükümdür. Bu hüküm, istanbul çapında tatbik edilseydi, istanbul'daki bütün kilise ve havraların yıkılması gerekirdi. istanbul'u Allah'ın yardımı ve kılıcının kuvvetiyle fetheden Fâtih Sultân Mehmed, Ayasofya'yı cami haline getirdikten sonra, papaz ve hahamlardan oluşan bir heyeti huzurunda kabul eder.
Papaz ve hahamlar heyeti, istanbul'u savaşla fethettiğini, dilerse istanbul'da hiçbir kilise ve havra bırakmayacağını bu durumun devletler hukukundan doğan bir hakkı olduğunu Fâtih'e ifade ederler; ancak kendisine, kendilerine ve ma'bedlerine karşı istanbul'un sulh yol ile fethetmiş gibi kabul etmesini ve geç de olsa toplu halde huzuruna gelişlerini bu mânâya vesile saymasını ısrarla talep etmişlerdir.
Çevresindeki din âlimlerine danışan Fâtih Sultân Mehmed, bu isteklerini geri çevirmemiş ve camiye çevrilenlerin dışında kalan kilise ve havralara, hakkı olduğu halde müdahale etmemiştir. Günümüze kadar yaşayan kilise ve havraların gerçek sırrının, Fâtih'in din ve vicdan hürriyeti anlayışı oluğunu, Osmanlı Devleti'nin şanlı Şeyhülislâmı Ebüssuud Efendi, verdiği bir fetvâda vuzuha kavuşturmaktadır. Bu fetvânın aslı aynen şöyledir:
Merhûm Sultân Muhammed Hân hazretleri, Mahmiye-i istanbul'u ve etrafındaki karyeleri unveten feth eylemiş midir? El-Cevab: Ma'ruf olan unveten (cebr ile) fetihdir. Amma kenais-i kadime (eski kiliseler) sulhen fethe delâlet eder. 945 tarihinde bu husus teftiş olunmuştur. 130 yaşında bir kimesne ve 110 yaşında bir kimesne bulunup Yehud ve Nasara tâifesi el altından Sultân Muhammed Hân ile ittifak edüb Tekfur'a nusret etmeyecek olub Sultân Muhammed dahi anları seby etmeyüb (esir almayub) halleri üzere mukarrer edecek olub bu vechile feth olundu deyu şahadet edüb bu şahadet ile kenâsi-i kadîme hali üzere kalmıştır. Ketebehu Ebüssuud.
Bu anlattıklarımızı, tarihçilerin verdiği bilgi de doğrulamaktadır. Fâtih Sultân Mehmed, 23 Mayısda isfendiyar oğlu Damad Kasım Beyi elçi olarak Bizansa göndermiş ve kendisine şu haberleri yollamıştır: ilk umumi hücumda şehir düşecektir. Bu gerçeği tam bir asker olan imparator da kabul etmelidir. Eğer sulh yolu ile teslim olurlarsa, islâm Hukukunun kuralları gereği, can ve mala aslâ zarar verilmeyeceğini; cebr ile fethedilirse, hem kan döküleceğini ve hem de sorumluluk kabul etmeyeceğini bilmelidir. Maalesef bu habere rağmen sulhu kabul etmeyince cebr ile feth olunmuş ve buna rağmen yine de anlattığımız gibi muamele yapılmıştır. Ayasofyadaki mozaikleri tamamen tahrip etmemesi ve istanbul surlarını yıkmaması, Fâtihin bu konudaki tavrını ortaya koymaktadır.
Görülüyor ki, Fâtih Sultân Mehmed'in Sırbistan'da tatbik edeceğini va'd ettiği Her caminin yanında birer kilise inşasına müsaade durumu, istanbul'da da tatbik olunmuştur. Fener'de Abdi Subaşı Mahallesindeki Caminin bitişiğinde Rum Patrikhanesi ile kilisenin mevcudiyeti, Osmanlı Devleti'nin gerçek mânâda din ve vicdan hürriyetini göstermiyor mu? Edirnekapı Caddesinin son kısmında yer alan Mihrimah Sultân Camii'nin hemen karşısında bir Rum kilisesinin inşasına müsaade etmek, bu hürriyetin maddî delillerinden değil midir?
istanbulun harap edilmesi iddiası da doğru değildir. Buna ayrıntılı cevap vermek yerine, istanbulun fethini geçen bin yılın en önemli yüz olayı arasında zikreden CNN, Time ve benzeri kuruluşların yaptıkları tesbitden bir cümle nakledelim: istanbul, Fâtih tarafından fethedilmeden evvel, tam bir harâbe ve ölü şehir idi. Fetihden sonra, hem Avrupanın ve hem de Müslüman memleketlerin ticâret merkezi ve mamur bir dünya şehri haline geldi. Nitekim Rus tarihçi Ouspensky bile Türkler 1453te, Haçlıların 1204te yaptıklarından çok daha insanca ve hoşgörüyle davrandılar diyebilmektedir. (1)
Kaynaklar:
1) Molla Hüsrev, Dürer ve Gurer, I/282 vd.; Mevkufati, Mülteka Tercümesi, I/343; Damad, Mecmaul-Enhür Şerhu Mültekal-Ebhur, I/643 vd.; Ebüssuud, Ma'ruzat, ist. Üniv. Kütp. Ty. nr. 1798, vrk. 130/a-b; ibn-i Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, VII. Defter, sh. 62 vd.; Baştav, Şerif, XIV. Asırda yazılmış Grekçe Anonim Osmanlı tarihine göre istanbulun muhasarası ve zabtı, sh. 51-82; Cin-Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, c.1, sh. 448 vd.; Âli, Künhül-Ahbâr, c. V, 251-260; Solakzâde, 191-201; Âşıkpaşa-zâde, sh. 141-143; Clot, Fâtih, 60 vd.; Karşı görüş için bkz. Aydın, Erdoğan, Fâtih ve Fetih, Mitler ve Gerçekler, 66-67, 94-95, 127-128.; Akgündüz-Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, OSAV, istanbul, 1999, sh. 106-108.