Bir toplumun beklenti temelini anlamanın ve nabzına ulaşmanın çeşitli yöntemleri vardır. Bu yöntemleri bilimsel, kent-kırsal kıyaslaması, modernleşme, ekonomik gelir düzeyi, beklentiler ve değerler, din ve gelenek üzerinden toplum tanımı yapmak vs gibi çeşitli şekillerde tanımlayabiliriz. Genel hatlarıyla siyaset bilimi ve siyasetini ürettiği hizmet; toplum bilimi denilen süreçlerin tamamında kullanılan ortak dili kavrama ve toplumu oluşturan bireylerin beklentileri doğrultusunda şekillenen politikaların tümüne denir.
Bugünkü siyaset meselemiz ise son günlerin tartışmalı konularından biri olan Ak Parti iktidarının aldığı oylar Ak Partiye kimin, neden oy verdiği yönünde sol ya da muhalefet kanadında yapılan açıklamalar ve yanlışlıklar konusunda bir çobanın bile anlayabileceği basitlikte tanımlamalar yapmaktır.
Nedenlerini bilimsel bir zemine yayıp çok toplumdan kopuk bir dil kullanmadan bireyin düşünme ve algılama biçimine göre şekillenen politika biçimleriyle izah etmeye çalışalım.
Yapılan araştırmalara bakıldığında Ak Partinin oy oranının artışı ve oy verenlerin büyük çoğunluğunun 32 yaş ve üzeri bireylerden oluştuğu gözlenmektedir. Bunun basite indirgenerek izah edilmesi mümkün ve pek çok anlaşılabilir nedeni varken işi dallandırıp budaklandırmanın anlamı olmadığı kanaatindeyim. Kısaca Ak Partinin 32 yaş üzeri insanlardan daha fazla oy almasını, geçmişte yaşanılan ama bugün olmayan sorunlara ve bu sorunların düzeltilmesine şahitlik olarak yorumlamak mümkündür. 30 ve daha altı yaş grubunun daha az oy vermesini veya başka bir beklenti içinde olmasını ise geçmişe göre çok daha iyi olan bir sistemin içine doğmak ve kötü günlerin bilinmediği bir yaşamda daha iyisini istemek olarak yorumlamalıdır. Oy oranının artmasını ve bu seviyeye ulaşmasını ise önyargılı yaklaşan kesimlerin halk için yapılanlara bakarak bir muhalefet boşluğunu iktidar desteğiyle doldurma hamlesi olarak görmek mümkün.
Bir toplumu; felsefe ve sosyolojinin halktan kopuk yorumuyla anlamanın, politikanın gerçeküstü ve bireyden kopuk dayatmalarıyla biçimlendirmenin ve bu yöntemle o topluma hükmetmenin zor olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü toplumun çekirdeğini oluşturan aile ile ulusu oluşturan toplulukların, köyden kente beklentileri çok farklıdır ve tek bir kalıba göre genel bir politika üretmek yerine, yerel politikalar geliştirilerek siyaset yapma biçiminin her kesimi kucaklaması bakımından daha gerçekçidir.
Örnekleyecek olursak:
Artvinin dağ köyünde yaşayan annem için en önemli politika yazın çocukları köye gelirken rahat, sorunsuz, güvenli bir şekilde ulaşım sağlanması, su sorunu yaşamaması, kapısının önünde su akmasıdır. Bir köylü için devlet demek yol, su, elektrik demektir. Bunu kendine sunan, işine-gücüne karışmayan ve tarlasını, merasını yaylasını gasp edecek kişilere karşı hakkını koruyan bir yapıya teslim olmaktır. O insan için devlet demek, hiçbir politik figüre bağımlı olmadan kendisine bunları sunana teslim olmak anlamını taşır.
Türkiye genelinde etkin olan politikalara bakıldığında ise; uçağın zenginden herkese indirgenen bir araç olması; SGK kuyruklarından, uzun ve zahmetli sağlık hizmetinin kolay, eşit ve ulaşılabilir bir zemine indirgenmesi; devlet memuruna yapmakta mecbur olduğu işi bile rüşvetle -üstelik rica minnet- yaptırmaya uğraşan bir insanın aşağılanmaktan kurtulması ve özgüven kazanması; bireyin kendini bu toplumda bir role sahip insan olarak algılaması; halkın devlet için değil, devletin halk için halk için olduğunu hissetmesi; üniversitelerin bütün illere yaygınlaştırılması; ulaşım araçlarında çeşitliliğin ve bu çeşitlilikle birlikte sadece bir kesimin değil, bütün kesimlerin istifadesine sunulması, teknoloji ve internetin ülkenin her tarafına yaygınlaştırılması Her insanın kutsalının değerli olduğunu hissettirecek yaklaşımlarla ötekileştirilmeden ve kısıtlanmadan yaşayabileceklerine ikna olmaları olarak özetlemek mümkündür.
Kısaca bu ülkenin halkı, kendi sofrasına oturan bir yönetici hayali kurar. Devlet dairesinde önünü iliklemeden, işini zahmetsiz yaptırabileceği, itelenip ötelenmediği, ürkütülmediği bir yönetim biçimini seçer.
Sadece devlet yönetim biçimi olarak değil, Ak Parti iktidarının Türkiyeye belediyeciliği öğreten Saadet Partisi ve Necmettin Erbakan ekolünden geldiği de unutmamak gerekir. Zira Boğaz Köprüsünü geçince Haliçin kokusunu duymamak için burnunu tıkayan bir insanın Merterde burnunu açtığı, haftada sadece bir kere ve çamurlu su akan günleri; tek bir evde bile doğalgaz olmadığı ve şehrin nefes alınamaz bir halde geldiği, çöplerin günlerce sokaklarda kaldığı ve toplanmadığı günleri bilmeyen yeni kuşağın Ak Parti politikalarını benimsemesi gayet normaldir. Ama bu günleri yaşayan insanların da Ak Partiye alternatif olamayan muhalefet yüzünden iktidara oy vermeleri de yadırganmamalıdır. Bugüne kadar iktidara gelenlerin, ekonomik olarak ülkeyi (halk gözünden bakıldığında) nasıl bir kaosa sürüklediğini, yönetim biçimini sadece bir azınlığın menfaatleri için kullandığını, üniversite kapılarından inançlı insanları nasıl kovulduğunu, ülkenin silahlı kuvvetlerinin işi gücü bırakıp bu ülkenin mütedeyyin kesimiyle ve kutsalla uğraşmasını işin içine dâhil etmeyelim bile
Bütün bu hafızaya baktığımızda ve bugünle kıyasladığımızda 32 yaş ve üstünün bu sorunlardan kendilerini kurtardıklarına inandıkları insanlara neden oy verdiklerini de anlamak çok kolaydır.
Bu duruma şahit olmayan ve bu iyileşmiş yapı içerisine doğan gençlerimizin neden oy vermeyip daha iyi bir düzen için meydanlara çıktılarını anlamak da çok kolaydır.
Bu ülke toplumsal hafızasını kaybetse, geçmişini çabuk unutsa bile çaresizliğini unutmayan bir toplumdur.
Ve bu toplum ülkenin nabzını yakalayamayan, yerel düşünüp küresel ölçekte projeler geliştiremeyen, sorumluluk almaksızın, çaba harcamaksızın, hiçbir şey yapmadan, yalnızca slogan atan bir muhalefeti iktidara getirmeyeceği çok açıktır.
Şimdi birileri bu yazının altına, Ak Parti savunuculuğu yaptığımı düşünüp ama çalıp çırptıklarından hiç bahsetmemişsin, ülkeyi nasıl sattığını hiç anlatmamışsın şeklinde yorumlar yapacak. Bor madenlerini, Telekomu nasıl sattılar gibi söylemlerle saldıracaklar, ama benim meselem Ak Partiye insanların oy verme nedenleri üzerine, muhalefetin yapamadığı bir gözlemle bakmak ve yol göstermektir.
Düğün salonu doldurunca birinci parti olduklarını sanan insanların, Tayyip Erdoğanın doldurduğu meydanlardaki milyonlarca insanı nasıl kazanmaları gerektiğine kafa yormalarını söylemektir. Sloganla ve ideolojik körlükle iktidar olunamayacağını göstermektir. Bir ülkenin baştan sona her ilçesinde, hatta köyünde insanlar ne ister sorusunu kendisine sorup bulduğu cevaplar üzerine politikalar geliştiren bir liderin projelerini ve insan etkileme kabiliyetini sloganla değil, daha büyük bir proje ve toplum istekleri gerçekliğiyle alt edebilirsiniz. Büyük projelerin karşısına, ama çalıp çırpıyor gibi küçük sloganlarla çıkarsanız millet kazandıklarının yanında, bu bağrışın cılız bir ses olduğunu görecektir.
Bu toplumda Yılmaz Büyükerşen gibi Eskişehiri ideal kent haline getiren ve her kesimini oyunu alan belediye başkanı örneği varken, neden diğer belediye başkanlarımız Büyükerşen gibi sevilmiyor, neden bizim liderimiz Tayyip Erdoğan kadar değer görmüyor diye sorup cevap bulamadığınız sürece elinizde sadece şu satıldı, kömür dağıtıldı, seçimde hile yapıldı gibi basit savunma sloganları kalır ki bunlar öncelik alanından uzak yankısı anlık ve duyulduğu an tükenen cılız sloseslerdir. Bu düşünme biçimiyle bu ülkede bir iktidar değişikliği hayali kurmak 100 sene daha ertelenecek bir hayalin peşinden gitmek anlamını taşır.
En kötüsü de geçmişe göre; iyilik günlerinin ortasına doğan bu gençleri bile gelecek hayalinin de kendisi olduğuna ikna edecek bir iktidara kaptırıp hayal kırıklığına uğratacaksınız. nurdal durmuş