görüşler, düşünceler, eylemlerle ve hiçbir şüpheye meydan verilmeyecek şekilde, demokrasinin temel ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olunduğunun kanıtlanmasını gerektirir.
bu rejimde, çoğunluğun görüş ve düşüncelerine uygun siyasi partilerin seçimlerle iktidar olmaları, devleti yönetmeleri, devletin sahip olduğu erki kullanmaları esastır. ancak demokrasi; azınlıkların taleplerine cevap verebildiği ölçüde ideal konumuna yaklaşır. dolayısı ile çoğunluğun azınlıklar üzerinde baskısı ve tahakkümü asla kabul edilemez.
bu bağlamda, iktidar sahiplerinin demokrasiyi ne denli içselleştirebildiklerini anlamak için kendilerini iktidara taşıyan çoğunluğun taleplerinden çok, görüş ve düşünceleri itibarı ile karşılarında olan azınlıkların taleplerine yönelik tutum ve davranışlarını irdelemek en doğru yoldur.
bir siyasi iktidar, ardındaki çoğunluğun gücünü eline geçen her fırsatta ve adeta gözlerine sokarak azınlıklar üzerinde baskı kurmaya, elindeki devlet erkini de kullanarak onları sindirmeye ve tahakküme çalışıyorsa demokrasinin ne demek olduğunu anlamamış, daha da kötüsü anlamak istememiş demektir.
sözde demokrasi yanlısı görünüp demokrasiyi içselleştirememiş, buna mukabil mahiyetindeki insanları ve kendisine teveccüh gösteren halk kitlesini etkileme, peşine takarak sürükleme becerisine sahip oldukları halde, bulundukları mevkiyi doldurmaya yetecek bilgi ve donanımdan da yoksun olan iktidar sahiplerinin, hiç beklenmedik bir anda 'ne oldum delisi' haline dönüşebilecekleri akıllardan çıkarılmamalıdır.
diktatörler, işte! böylesi iktidarlarda boy gösterir ve gelişirler. arkalarındaki çoğunluk halk desteği devam ettiği sürece de bir 'hindi gibi şişinip' sağa-sola, kendisi ve icraatlarını eleştiren uluslararası yayın kuruluşlarına, devletlere ve nihayet devlet topluluklarına kafa tutmaya başlarlar.
bu tür dikta heveslilerinin sonu hep hüsran olmuştur ki tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur. ancak, yalnız kendilerini değil kendilerine teveccüh gösteren, destekleyen halklarını ve ülkelerini de büyük bir felekate sürüklerler.