bir kasabadaydı şimdi, iki okulda farklı farklı dersler veriyordu, bazı geceler yurtta kalıp da öğrencilere gözetmenlik yapıyordu. çok yoruluyordu besbelli, bulduğu her fırsatta uykuya teslim edecek kadar ruhunu çok...
akşam eve gelirken yolunu uzatmıştı, belki yağmur başladığında birkaç damla nasibine düşecekti; kimbilir. sevmiyordu aslında bu köhne ve ruhunu daraltan kasabayı. güzel bulduğu ne varsa uzağında tutmak istercesine o kasabaya yaklaştırmamaya yemin etmişti sanki. birşeyin eksikliğini hiç hissetmediği kadar hissediyor ama kendini de her zamankinden daha güçlü ve daha dik görüyordu çok zamandır. aslında öyleydi her açıdan.
eve kendini attığında hava, henüz kararıyordu ve herşeyden önce, herkesten önce biraz uyumak, biraz uyku iyi gelecekti muhakakk. ince uzun ve bir mimari hata olduğu aşikâr antreyi katetti ağır ağır, elindeki ekmek poşetini kapı girişindeki vestiyere bıraktıktan hemen sonra. yatağın üzerine bıraktı kendin. kumral ve eskisi kadar canlı olmadığına inandığı saçlarını azad etti önce tokasından, yastığı alabildiğine kuşatmıştı şimdi saçları. sonra gömleğini ve daha sonra da eteğini sıyırdı üzerinden, yeşil gözlerini tavana dikti sonra da. üşüyordu ama bu daha çok bir iç titremesi, ürperti gibiydi sanki. tavanı seyretti bir süre daha, dalıp gitti uykuya.
evin kapısı zorlanıyordu, sonunda açıldı. içeri kar maskeli bir yabancı girdi, evin her tarafını talan etti. saklanmıştı ve hızlı hızlı nefes alıyor, adamakıllı korkuyor ama bir yandan da kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. yabancının, ayak seslerini duyabiliyordu. evin her yerine ayak basıyordu yabancı. hırsız değildi belli ki. hem hırsız olsa tuvalete, banyoya neden girsindi ki? o hâlde pekâla bir kiralık katil veya adresini şaşırmış bir ajan olabilirdi. hem ne istiyordu ki yabancı ondan?
nefes nefese açtı gözlerini, ilk gördüğü şey de gözlerini kapatmadan hemen önce uzun uzun seyrettiği tavanıydı odanın. o sırada duyduğu tıkırtıyla irkildi ve zamanın birinde "belki lazım olur" diyerek alıp da çantasında iki gün taşıdıktan sonra komidinin çekmecesinde muhafaza ettiği göz yaşartıcı spreyi aldı sessizce. ürkek adımlarla tıkırtının istikrarlı bir şekilde kendisini duyurduğu salonun kapısına doğru yaklaştı, salonda kimse yoktu. acaba perdenin arkasına saklanmış bir yabancı olabilir miydi? pencereye doğru yöneldi ve tıkırtı giderek yakından duyuruyordu kendini.
salonun, tam kapanmamış camından geliyordu ses. bir kez daha derin bir nefes aldı, siyah külot ve sütyeni ile bir iç giyim firmasının kataloğundan çıkmış gibiydi. hem ince beli, yeşil gözleri, kumral saçları, kalçaları... isteseydi pekala bir manken olurdu, güldü haline bir anlığına. camı tamamen kapattı perdenin arkasına sığınarak, odasına döndü tekrar ve su almak için uğradığı mutfaktaki tezgahın üzerine koyuverdi elindeki işe yaramaz spreyi. hem ne vardı sanki, biraz da orada durmaktan şikayet etmezdi nasılsa.
yatağa bakıp alaycı bir gülümseme kuşattı yüzüne. artık, istese de yatıp uyuyamazdı öyle bir rüyadan sonra. gardrop kapağını açtı, üzerine bir şeyler giymek için sağ dudağının kenarını ısırıp "evlik" kıyafetlerinin olduğu bölümde göz gezdirdi bir süre. siyah sıfır kolluya attı elini, siyah rengi yakıştırırdı kendine. hem sadece kendi kendine vardığı platonik bir yakışık hali değildi bu, pek çok kimseler de siyah rengi yakıştırırdı ona. hatta tanıdığı birisi vardı ki "biliyor musun dünyada herkese bir renk verilecek olsa senin siyah rengi alman için elimden geleni yapardım" diyordu ona, haince bir gülümseme bu sefer yüzünün bütün kaslarını fethetmişti.
şimdi biraz çay içmeli, müzik dinlemeli ve biraz da kitap okumalıydı. hem belki güzel bir kitap ve ona eşlik eden güzel bir şarkı, alıp da götürecek ve o kasabayı ne kadar sevmediğini unutturabilecekti. hem belki daha fazlası bile olurdu, günün birinde bu kasabanın dilinden anlayan birisi gelip, kimbilir belki bu kasabanın da sevilecek şeyleri olduğuna inandırabilirdi onu.
o güne dek uyuyabilir miydi ki? düşündü sadece, doğru değildi.