müslümanlıktan ayrı tutmak gerekirse dahi söz edilebilecek huzurdur.
ayak kokusu olmaz bir kere camide. hoş, camisine göre değişe de bilir. feysbukta "sorgulayan" adlı salak saçma sayfaları takip eden güruh elbette ki bok kokusu bile duyabilir.
fakat önyargıları kapı önünde bırakıp bir camiye gittiğinizde ilk olarak sizi bazı şeyler elbet rahatsız eder. kapitalist düzenin girmediği yer olmadığı gibi, camilere de girmiştir. ve girip çıkarken karşılaşacağınız birçok dilenci ve satıcı olacaktır. onlara hayır demeyi bilmelisiniz.
avluda ise şadırvan bulunur, burada abdestinizi aldıktan sonra avlusu ibadete kapalı olacak kadar dar bir camiyse, iç mekana geçersiniz. ortalama üstü bir camiyse bu, 4 - 6 arası fil ayağı ile sağlamlaştırılmış devasa bir kubbenin altına girdiğiniz an zaten verilmek istenen sonsuzluk hissini kapmış olursunuz. kubbe yüzeyindeki işlemelerin de birbirine eklektik biçimde takip halinde olması bu hissi kuvvetlendiren, süsleme tabanlı bir sanattır aslında. caminin pencereleri bile güneşin geleceği yöne ve iç aydınlatmayı hesaba katacak biçimde düzenlenmiştir ve bu da bir artıdır.
fakat siz ikinci golü caminin ferah havasından yersiniz. iç duvarların beyaz olması ve tavanın yüksek oluşu bunu önceden hazırlar. halılarda gül kokuları, "hacıyağı" gibi kokacak kadar rahatsız etmeyecek biçimde size el sallar sonra; ben iç mekanın üst katındaki beyaz beton korkulukların bile gül koktuğunu bilirim.
ezan başladığında ise cemaat ile koordineli biçimde ibadetinizi yerine getirirsiniz, ve bunu inanarak yaparsanız o camidekilerle birlikte bir miktar yukarı yükselmeniz olası.
yani işin aslı hissetmekte, önden yargılamamakta başlıyor. inanıp inanmamakta değil.
bir gidin derim, gitmediyseniz.