1954 yapımı kelimenin tam anlamıyla bir Hitchcock klasiğidir. Hitchcock James Stewart vasıtasıyla kendi röntgenci olduğu gibi tüm seyirciyi de minyatür birer röntgenci yaparak, insanların yaşadıkları dramları gözler önüne sermiştir. Belki de Hitchcock'un en olgun döneminde ürettiği ve hiç bilmeyenlerin bile en azından bir fikir sahibi olduğu bir film diyebiliriz ''rear window'' için.
bununla birlikte seyircinin gözü-kulağı-eli-ayağı genelde james stewart'dır, maalesef ki ounun da bir bacağı kırıktır. şaka bir yana, biz bir çok olayı öznel açıdan görürüz(POV shot), hatta diğer karakterler hareket halinde olsa bile james stewart'ın içersinde bulunduğu sınırlılık filmin tüm alanına hükmeder. başrol oyuncusunun bakış açısından görürürüz herşeyi. işte bir çok noktada da Hitchcock'un başarabildiği en önemlli şeylerden birisi budur, ben bunu bu kadar etkili belk de en fazla hissettiğim ''the thirty nine steps'' isimli filmdir. ama ilginç bir noktadır ki özellikle belki de kırılma noktası adedilecek, cinayete dair ipuçları içeren belirli noktalarda da james stewart uykuya dalmıştır, işte bu noktada şüpheleri daha da arttırır seyirciyi daha da fazla heyecan ve şüphe burgacına sokar.
Konu ise Hitchcock filmlerinde karakteristik yanını yansıtmakla birlikte, ingilizler arasındaki popüler cinayetlerden birisidir karısını sekreteri için öldürmek ve evinin arka bahçesine gömmek. Diğer filmlerinde olduğu gibi- ya bir kısa oyun ya da kısa bir öykü üzerinedir- bu hitchcock filmi de ''it had to be murder'' isimli kısa bir öyküye aittir. bu öykü de Coornel Woolrich'e ait olmakla birlikte Hitchcock bu yazardan esinlenmiştir ki bu yazarın bir çok öyküsü filme uyarlanmıştır. Hitchcock ise John Micheal Hayes'i bu iş için kiralamış ve filme uyarlanma başarılı olmuştur.(the man who knew too much, ve ''cath a thief'' bunun örnekleridir.)
JAmes stewart ise ''ordinary man'' olarak adlandırılabilecek ''sıradan adam'' prototipidir ki kendisini çarpaşık bir vaziyette bulur hep. aslında filmde sorulması gereken binlerce soru olmakla birlikte, soru bir noktada çatallaşarak bir ikieme girer. JAmes stewart'ın sorunu-grace kelly ile evlenme sorunsalı- ve dışardaki daha doğrusu ''arka pencere''den bakıldığında diğer insanların sorunları. bir noktada stewart bunları unutur aslında bu noktada da belki onun gözünden ilişkilerdeki tüm şekilleri görürüz, yalnızlık, kavga, tutku, ilişkilerin ikiyüzlülüğü, evlenmenin sıcaklığınsdndan kaynaklanıyor olsa gerek daima yiyişen ''harryy!'' ile çiçeği burnunda karısı. bu durumda stewart'in bakış açısından bakıldığını söylemiştik ve stewart kendi yaşamı ile diğer insanların yaşamalarını kıyaslar. hatta patronu ile konuşurken bu yorumlar ve gördükleri baya etkili olacaktır. bunların dışında, tornwald ile karısı arasındaki ilişki, lisa ve jef arasındaki ilişkiye benzer. jeff'in POV'undan gördüğümüz kadarıyla, raymond burr'da hasta olan karısına bakmaktadır.
alsında o türlü türlü dramları seyretmekle birlikte-etrafında gerçekleşen- bir noktada da kendisi de aslında -belki benzer belki benzemez- kendisi de bir ilişki yaşamaktadır. ve kendi ilişkisini yorumlarken bu hayatları da dikkate alır, aslında bu noktada sinemanın görselliğinin büyüsü ortaya çıkmaktadır. çünkü fikirlerini mimiklerinden rahatça anlayabiliyoruz, ve bu noktada da stewart oldukça yardımcı olmaktadır bize.
ama belki de en önemlisi Hitchcock filmlerinde, Kamera tekniğidir. kamera daima doğru yerdedir ve bu da nedensiz değildir. bu ustalığını sessiz filmler dönemindeki iki hakim ve güçlü sinema geleneğinden alır, birisi alman sienasmı diğeri ise amerikan sinemasıdır. hatta bir çok filminde başlangıçta aslında bize anatmak istediği bir çok şeyi anlatır, Kırık olan ayağına yapılan yakın çekimler, kırık kamera ve fotoğraf makinası ve kaza yapan bir yarış arabası(Stewart bir araba yarışındaki kazadan dolayı-daha iyi bir görüntü almak amacıyla-sol bacağını kırmıştır) işte Hitchcock sinemanın görselliğinden yararlanarak bize bir hikayeyi anlatır yukarıda da belirttiğim gibi bu bir fim seyretmek ile bir kitap okumak arasındaki farkı ta gözümüzün içine kadar sokar. çünkü derginin kapağında gördüğümüz kız grace kelly dir ki az sonra Stewart'ın yanına gelecektir.
konu ise sessiz filmleri ve ingiteredeki çektiği ''british era'' olarak adlandırılan filmlerinde de görüldüğü gibi evlilik ve çiftler arasındaki geçimsizliktir. bu nokta, diğer filmleirnin de bir kaynağı gibidir, örnek vermek gerekirse ''Dial M for a murder, Rebecca(metinde böyleyken ama filmde ana anoktada değil), ''the thirty nine steps'', vertigo, ve daha bir çoğu. kadın akı derken erkek ise karayı söyler ama, bu filmde romantik açıdan da belirli anlayış farklılıkları vardır. daha doğrusu James stewart biraz da olsa ;Hitchcock'un romantik aşka olan şüphesini yansıtır. bilmem belki de kelly fazla mükemmeldir!. ama en azından bildiğimiz bişey de var ki diğer erkeklere göre biraz daha karmaşık durabilir.
Hitchcock'un diğer filmlerinde de gördüğümüz gibi filmleri genelde oldukça sınırlı alanlarda çekilir. bu filmi de bir pencerenin ötesinden çıkmamıştır tabi dürbün ve dürbünvari araçları saymazsak. bu noktada ise Hitchcock insanın yualnızlığını ve etrafından tecrit edilmişliğini konu alır, daireler bu tecrit edilmişliğe dair bir parmaklık olarak ifade edilebilir. Aslında bu tecrit edilmişliği en iyi yansıtan da köpeği ölen kadının sözleridir:
''neighbors likes each other, speak to each other... but non of you do''
film müzikleri Franz Waxman tarafoından yapılmış oup, ''Rebecca'' ve ''suspicious''un film müzikleir de aynı besteci tarafından yapılmıştır.
filmin belki de sonna kadar hep stewart'ın bakış açısındna baktık, pek empati yapmadık filmin sonunda ise biraz da olsa katilin bakış açısından bakarız, aslında katilin( raymond burr) sorduğu sorular da bu noktada biraz yüreğimizi yumuşatır ona karşı. hatta ve hatta, flaş patladıktan sonraki kırmızı ışık hüzmesinin katilin gözleri önünde kırmızı bir görüntü getirmesi de gözümüzün önünde birden aydınlık bişey gördüğümüzde-karanlıktayken-kararması gibidir.
peter bogdanovih ile Hitchcoch arasındaki röportajda:
boğdanoviç Hitchcock'a:
''that stewart's a bit of a bastard''
''he is really cought with his pants down''(bogdanovich)
''cought with his plaster down''(Hitchcock)
filmin sonunda özellikle en heyeanlı sahnede ise kendi kamerasıyla -flaşları patlatmak suretiyle- kendini korur fakat bu onu korumaya yetmez daha doğrusu tornwald'ı durdurmaya yetmez. o anda onun varoluşunu ifade eden, elindeki kameradır ve geçimini sağlayan da budur-tüm hayatında da böyle olmuştur.
kaynaklar:
collection edition, commentary on hitchcock
dan schneider, review of rear window
tania modleski, The Women Who Knew Too Much