her iki aileden birinin çocuğu gibi annemin ve babamın benim için tasarladığı hayatı yaşadım. kendim için biçilmiş bir rolü oynadım. ve hiçbir zaman kendim olamadım. baş rolünde benim olduğum bir hikayede figüran gibi oynadım.benim için yazılmış senaryonun dışına çıktığımda hata yapıyorsun dediler,inandım.yeni yeni fark ediyorum hata olarak nitelendirilen şeylerin senaryoya dışarıdan birkaç diyalog yazmam olduğunu. annemi ya da babamı suçlamıyorum. çünkü onlar da kendi hayatlarında figüran oldular. kiminle evlenmeleri gerektiğine bile başkaları karar verdi. bu kuşaktan kuşağa genetik olarak geçiyor sanırım.işe kendi yaşayamadıklarımızı,yapamadıklarımızı yapacak kuklalar yaparak başlıyoruz. "ben aşık oldum da ne oldu bak şimdi ne haldeyim senin de aynı hatayı yapmana izin veremem","hep mühendis olmak istemiştim ama olmadı.ben olamadım sen ol."...ama artık kabullenmemiz gerekir yapamadıklarımızı,tek bir hayatımızın olduğunu ve çocuğumuz üzerinden 2. bir şans elde edemeyeceğimizi...
ve asıl suçlu bizleriz.hayatımız boyunca başkalarının yaşanmışlıkları üzerinden tecrübe edindiğimizi sanıyoruz. başkalarının acılarına bakarak tecrübe edinemeyiz. insanlarla ilişkilerinde rekabet içinde olan insanımsı varlıklarız. o kadar benimsemişiz ki bu durumu en iyi dost bizim olmalı,en iyi arabalara biz binmeliyiz,en iyi evlerde biz oturmalıyız. hatta durumu o kadar abarttık ki sevgililerimizde bile bu rekabet durumu var. en gözde aşkı biz yaşamalıyız! hepimiz toplumun oyuncağı olan sıradan bir tip olmak için canımızı dişimize takmış çalışıyoruz. sonuç ne? iyi bir yaşam için gerekli maddiyata sahip ölüyormuşçasına mutsuz kuklalarla dolu bir dünya. ama bazıları antidepresanlarla ayakta kalıyor,çok azı intihar ederek aklınca bu oyuna son veriyor. bazıları ise bu durumun farkında bile değil. ve yaşayarak ölmek tam da bu.