işte nihayet 2 gün kaldı seçimlere; bugün ve yarın. Demek 2 gün daha, siyasal liderlerin birbirleriyle yumurta tokuşturmasını izleyeceğiz ekranlardan.
Ekonomi, hukuk ve tarih bilincinden yoksun bırakılmış kitleler; miting alanlarında kendi yiğitlerinin "delikanlılığını" alkışlamaktan hoşlanıyorlar.
* * *
"Türk'e Türk propagandası yaparak", çağdışı kalmışlığı sütrelemenin; iç politikada da horoz dövüşlerinin başlamasıyla, birbirine karşı "babalanmaktan" hoşlanmaya dönüşmesi...
* * *
Türkiye'nin kendine özgü politik gümbürtüleri, son 100 yıl içinde nelerin değiştiğinin farkında bile değil.
1907'de ne radyo vardı, ne televizyon, ne cep telefonu, ne bilgisayar, ne uçak, ne mikrofon, ne otobüs, ne de -Atatürk'ünkü gibi- lokantalarda bile II. Abdülhamit'in fotoğrafları.
* * *
100 yıl içinde bütün bu değişimler kimler sayesinde oldu; "yönetim saltanatı"na meraklı siyasetçiler sayesinde mi, fizik bilimcileri sayesinde mi?
* * *
Fizik bilimi, "doğanın verileri"ni; insan iradesi altına alıp, insan hayatını kolaylaştıracak bir kompozisyon içinde, yeniden değerlendirmesi bilimidir.
Örneğin doğada elektrik olmasa; fizikçiler yeryüzünde de elektrik üretemez ve elektriği ampulün içinde ışığa çeviremezlerdi.
Uydular aracılığıyla elektroniğin ve cep telefonlarıyla bilgisayarların devreye sokulması da öyle.
* * *
Peki neden fizik bilimcileri, "politik dünya"nın Azrail'i?
Çünkü Kozmos'un verilerini ne kadar çok kullanmaya başlarsan; Kozmos da kendi analitik düzenini, yeryüzündeki insan toplumlarına o kadar empoze etmeye başlar.
* * *
Ve Kozmos'da politik düzenlemeler yoktur. Politik düzenlemeler, insanoğluna özgü ve Kozmos düzeniyle çatışan sanal düzenlemelerdir.
Yoksa 1907 ile 2007 arasında bu kadar büyük değişimler mi olurdu?
* * *
Siyasetçiler ikide birde:
- Konjonktür değişti, geçmiş geçmişte kaldı; deyip duruyorlar.
Ne oluyor da konjonktür boyuna değişiyor ve geçmiş, boyuna geçmişte kalıyor?
* * *
Fizikçiler önce fotoğraf makinesini, sonra film kamerasını, sonra radyoyu, sonra televizyonu icat etmeseler; biz seçim mitinglerini ve ispanya'daki bir maçı nasıl izleyebilirdik?
* * *
2007 yılında ne cep telefonları, ne internet sınır mınır tanıyor ve siyasetçi demagojileri bir yanda; ulaşılan "öz gerçekler" başka bir yanda kalıyor.
Sözün kısası, yerel politikalar; her gün biraz daha kötürümleşiyor. Ne var ki, Türkiye henüz bunun farkında değil.
* * *
Türkiye'nin, nelerin farkında olmadığı bir bir sıralansa...
Örneğin Atatürk'ün, resmi dairelerle özel bürolar dışında; lokantalara, kafeteryalara, dükkânlara kadar dal budak salmış milyonlarca fotoğraflarını ele alalım.
* * *
Elbet bu fotoğrafları çeken bazı fotoğrafçılar da vardı; Gazi'ye onlar verdiriyorlardı o en çarpıcı pozları:
- Paşam şöyle havaya doğru bakın, Paşam şöyle azıcık yan dönün vs.
* * *
Sade resmi ve özel bürolarda değil; lokantalarda, kafeteryalarda, dükkânlarda da asılı duran o fotoğraflar; onları çekmiş olan fotoğrafçıların birer eseri değil mi?
Peki, o fotoğrafları kendi mekânlarına asanlar, bir telif hakkı ödediler mi o fotoğrafçılara?
Yoksa fotoğrafçıların emekleri, o kadar yaygın bir piyasa bulduğu halde okkanın altına mı gitti?
* * *
Söz aramızda, hangi siyasi liderin aklına geliyor, bol bol kullandıkları Atatürk fotoğraflarının fotoğrafçılarına, telif hakkı ödenmemiş olduğu?
* * *
Telif hakları konusu meçhul bir konudur Türkiye'de.
Örneğin Orhan Kemal, 33 romanından ne kadar telif hakkı aldı ki?
Ya Fransız yazarı Camus, yahut Cocteau?
"Çağdaş uygarlık düzeyi"ne, ne ölçüde varılıp varılmadığını, "yönetim saltanatı"na meraklıların nutukları değil, telif haklarının kıyaslanması gösterir.
* * *
Yönetim kadroları, sınırları anlaşmalarla çizilmiş, tepesinde horozluk edecekleri bir alana muhtaçtırlar. O nedenle de yeryüzündeki 5 kıta, 200 devlete bölündü.
Fizikçilerin yeni keşifleri sayesinde küreselleşme daha da hızlanıp, istanbul-Tokyo arası 1 saate indiğinde; politikacıların söyleyecekleri nutukların anlamı mı kalacak?
* * *
Bugün bir, yarın iki...
2 gün daha siyasal liderlerin yumurta tokuşturmasını izleyeceğiz.
Ya sonra?
Sonra yine çağdaşlaşmaya uğraşacağız, ne güzel!