içerisinde belli bir olay ve belirgin bir kahramanın bulunmadığı, yazarın şahsi görüş ve düşünceleri ile kişisel savlarına yer verdiği edebi eserlere 'deneme' adını veriyoruz.
"resimler; sıradan bir hayatın, abartılarak sahnelenmesi gibidir. iyi resim çizememe sebebim bu olsa gerek. yapabildiğimle mutluyum, yapamadıklarım hayatıma dahil değil. hayattaki tek meziyeti yaşamak olan insanlar arasında yer almadığım sürece, mutlu olabilirim, inancım bu. ucu sivrilmiş bir kalem, tükenene kadar binlerce hayat kurtarabilir; sahibi hariç. iyi satranç oynadığımı söyleyemem, ama oyuna her zaman piyon ile başlayanlardanım ben de. hayata dair ne varsa, bizzat hayatın içinden öğrenmek gerekir aslında..."
- savını ortaya koymuş yazar. çarpıcı cümlelerle ve kendi yaşamından örnekler vererek desteklemeye çalışmış.
kimi edebiyatçılara göre insan yaşamı; başlı başına büyük bir olaydır. savlar ise hayatı boyunca yaşadığı olayların yazarın hafızasında bıraktığı etkilerin birer yorumudur. yaşama dair ileri sürülen savların dayanağı, ondan elde edilen tecrübeler ise o vakit yaşamı bir olay, yazarı da bu olayın kahramanı olarak değerlendirmek olasıdır. bu bağlamda, denemeleri de birer öykü olarak kabul etmek yanlış olmaz.
bu tür eserlerde bilimsel bir iddia yoktur. çoğunlukla, yazarın yaşanmışlıklarıyla kazandığı tecrübelerin dayanak tutulduğu kişisel görüş ve düşünceler ortaya konur. dolayısı ile farklı yaşanmışlıklar ve bunlar sayesinde elde edilen farklı tecrübeler ile çürütülebilmeleri de mümkündür.
"mutluluğun olmadığı bir özgürlükten bahsedebiliriz ama özgürlüğün olmadığı mutluluğu hayal edemeyiz. musluğundan su akmayan yurtta, su içme özgürlüğü varken; her yıl tonlarca metreküp yağmur düşen ülkelerde, susuzluktan ölen insanların hikayesini yazarken kırıldı kalemimin ucu. kömürü parmağıma bulaştı. yıkadım, geçti. zihnim durulansın diye bir bardak su içtim. silgiye gitti elim, karalamayı tercih ettim. yırtıp attım en sonunda; böceklerin kaynaştığı, kuşların dallarında ötüştüğü ağaçlardan yaratılan; silik bir kağıt parçasını. bir umut verdim kağıt parçasına; geri dönüşüme gitme umudu, sadece buruşturulmuş kağıtların olduğu kutuya atarak onu. soda şişelerimle aynı konteynıra gittiler günün sonunda. çöpleri karıştırdı 13-14 yaşlarındaki çocuk, topladı kağıtları ve kartonları, gecenin soğuğunda. yerleri kaplayan kar ve soğuk havanın etkisi ile oluşan buzun üstünde kayan çocuklar, aynı sokakta. hayatın en büyük cilvesi, şanslı doğmaktı belki de bu dünyada..."
- insanı derinden sarsan bir paragraf. öylesine derinden ki, boşa harcadığınız kağıtlarla bir ağacı yok ederken, hayatta kalma mücadelesi veren çöp toplayıcısı bir çocuk için ekmek parası sağlıyorsunuz. yaşıtları neşe içerisinde kızak kayarlarken, gecenin soğuğunda kağıt toplamak zorunda olan bir çocuk için. anlatımdaki detay mesaja bakar mısınız! "...sadece buruşturulmuş kağıtların olduğu kutuya atarak..." yazar, böyle yapılmalı diyor; emretmeden, nazikçe, inceden inceye.
"aşık olup mutsuzluğa sürüklenen insanlara acıyorum. ama mutluluğu tercih ettikçe aşktan mahrum kalan insanları görmek de gülünç. aşıkken mutsuzluğa sürüklendiğim yolda, beni yukarı çeken, yine ben olmuştum. her akşam evinin önünden geçiyordum. her akşam odanın ışığı yanıyor mu diye bakıyordum gizlice. bazen yanıyordu, bazen yanmıyor. hiçbir anlamı yoktu, saçmaydı. bir gün yürürken, tercih yapmam gerekti. evinin önünden geçen yol, ve diğeri; diğer yolu tercih ettim. bu belki de, bir tercih değil, bir vazgeçişti. bir zamanlar yaptığım tercih ile mutluluk sebebi olan sen, şimdilerde mutsuzluktan vazgeçişimin sebebi; sen. sen hep aynıydın, ben artık tepeden bakıyorum gibi. insana uzak olunduğu kadar, gerçeğe yakın olunuyormuş meğer.
hani olur da, bir gün sen gelirsen evde miyim diye kontrol etmeye; odamın ışığı yanıyor diye evdeyim sanma, kalbini bana açıp başkalarına gitmişliğini hatırlatmak istemem. üzülürsün belki, ağlarsın ya da. sevdiğinden değil, kaybettiğinin kıymetini anladığından elbet.
bir sevdayı aramak için, bir sevdayı kaybetmek mi gerekir?
birini hatırlamak için, birini unutmak mı gerekir?
yaşadıklarımızı unutmadım diye, hala seni seviyorum mu sandın yoksa?
susmak yüceltmedi seni, konuşsan alçalırdın belki. susmaya devam ettiğin sürece ve ben uzaktan izledikçe olan biteni, daha fazla gülümsüyorum. mutluluk, bir kar tanesiydi. hayatına yağmaya başladı birden, vücudunda eridi. hasta etti seni, yok oldu gitti. ben baharda geldim ilk yağmur damlasıyla, saçlarından alnına aktım bir öpücük gibi. gözlerini ıslatmadan dudaklarına süzüldüm, bir tebessüm oldum kaldım orada. gözlerin kapandı, güneş doğdu, sabah oldu, biz battık. mutluluk, bir kar tanesiydi, sen yanlışına denk gelmiştin. bize gelecek olursak; ya ben erken düştüm hayatına ya da sen adımını geç attın.
biz battık, günaydın..."
- ağır bir paragraf... ağırlığı, ağdalı cümlelerle bezeli oluşundan ya da zor okunup güçlükle anlaşılmasından değil elbet! sözcüklere yüklenen anlamı, kullanılan sözcüklerin güçlükle taşıyabilmesinden. her biri, adeta birer altın külçesi gibi. çok etkileyici, hoş ve güzel kurgulanmış tümceler; yazarın nasıl bir ruh hali içerisinde olduğunu ifade eden ve okuyucunun gönül telini titretir cinsten.
tanzamanitanyeri bu denemesinde sıkı tespitlere yer vermiş. yazarların, tespit yaparken takındığı tavır; "bu da böyle biline..." şeklinde olduğunda, çoğu kez okuyucuda antipati uyandırır. ancak o, tespitlerinin altlarını başarıyla doldurarak o denli güzel beslemiş ve olgunlaştırmış ki okuyucu olarak bir rahatsızlık hissetmiyorsunuz.
bir yazar olarak, ilk öykülerine kıyasen ondaki büyük değişim ve gelişmeyi gördükçe büyük mutluluk duyuyorum. çorbasında bizim de tuzumuz vardır belki, kim bilir.