11 mayıs 2013 reyhanlı patlaması

entry413 galeri video18
    227.
  1. http://fotibenlisoy.tumbl...yhanl-senaryodan-siyasete

    Reyhanlı katliamının ardından adet olduğu veçhile bir “senaryo” enflasyonu yaşanıyor. Hemen herkes kendi meşrebine, yani kendi siyasal perspektif ve ajandasına uygun faillere işaret ediyor. Saldırının olası sonuçlarının ne olabileceği ve en önemlisi bu sonuçlardan kimin istifade edeceği üzerine spekülasyon ve rivayet muhtelif. Kendinden menkul stratejistler, “terör uzmanları”, bilumum siyasal yorumcu da bu telaşa şehvetle iştirak ediyor, binbir korku ve dehşet senaryosunu önümüze koyuyor. Bu senaryolar arasında özellikle ikisinin öne çıktığı aşikâr:



    1) Saldırı Türkiye’ye bir gözdağı vermek isteyen, “rüzgâr ekersen fırtına biçersin” imasında bulunan Suriye rejiminin işidir. Saldırının olası sonucu, AKP hükümetinin Suriye politikasının kamuoyu nezdinde daha fazla sorgulanması ve itibar yitimine uğraması olacaktır. Reyhanlı sonrasında AKP’nin Suriye’deki çatışmaya aktif angajmanı ciddi bir eleştiri konusu olacak ve kamuoyunda “izolasyonist” denebilecek bir hava hâkim olacaktır. Rusya ile bir uzlaşı arayışındaki ABD’den zaten istediği ölçüde aktif destek bulamayan Türkiye, Suriye konusunda daha sakınımlı bir tutuma ister istemez yönelecektir.

    2) Saldırı, Türkiye’yi Suriye’deki çatışmaya doğrudan dahil kılmaya dönük bir provokasyondur. Muhalefetin kimi unsurları, Türkiye’yi Suriye’ye çekmek amacıyla kamuoyunda büyük bir öfke ve tepkiye yol açacak, hükümeti sert tepki vermeye kışkırtacak böylesi bir saldırıyı planlamıştır. Bu saldırıda kendi “bölgesel güç” olma hevesleri için vesile arayan AKP’nin parmağı bile olabilir. Olmasa da AKP böyle bir saldırıyı vesile kılabilir. Neticede Reyhanlı, Türkiye’nin bir nevi 11 Eylül’üdür, onu Suriye savaşının doğrudan bir parçası kılmaya dönük bir provokasyondur.



    iki senaryonun kendince makul gerekçeleri var. ikisi için de türlü açıklamalar, kanıtlar sunulabilir. Her ikisi de parçaların bir birine tam oturduğu bir yapboza benzetilebilir. Dolayısıyla bu iki ihtimali de zihnimizin bir tarafında tutmakta (bu iki senaryodan hangisine öncelik versek de) yarar var. Yeter ki siyaseti bir yapboza benzetmeyelim. Malum bir yapbozda her parça birbirini tamamlar, parçalar adeta birbiri için yaratılmıştır, hepsi birbirine “cuk oturur”. Toplumsal süreçlerde ise parçalar çelişkili bir bütünlük arzederler. Yani bir parçayı diğerine eklediğimizde birbirini hem bütünleyen hem de birbiriyle çelişen dinamikler açığa çıkar. iki parçanın birleşmesi, diğer parçaları farklı yönlere hareket ettirir. Yani toplumsal süreçlerin çelişkili doğası onlara sabit bir yapboz gibi düşünmemize el vermez. Parçalar birbirini tamamladığı gibi birbiriyle de çatışır, parçalar hareket halindedir. Dolayısıyla saldırının ardında kimler bulunabileceğine dair zihni egzersizleri siyasal meseleleri kavrayışımıza aman teşmil etmeyelim. Siyasete “konspirasyon senaryosu” gibi yaklaşırsak çuvallarız. Her parçanın bir diğerine tam oturduğu, kendi kendini açıklayan fazlasıyla “düz” bir siyasi kavrayışa sahip oluruz.

    Dolayısıyla bizi en iyi ihtimalle ancak reaksiyoner bir tutuma sürükleyecek ya da paralize edecek senaryoyu, rivayeti bırakıp siyasete dönmek elzem. Yukarıdaki iki versiyondan hangisi geçerli olursa olsun, Reyhanlı sonrasında almamız gereken tavır açık olmalı:

    1- Savaş kışkırtıcılığına izin vermeyelim. Türkiye, “bölgesel güç olma”, emperyalist zincirde bir üste atlama emeli doğrultusunda söz konusu saldırıyı bir vesile olarak kullanabilir. Buna geçit vermemeliyiz. Türkiye’nin Suriye’ye dönük olası bir askeri maceraya girişmesine karşı bir barış duvarı örmeliyiz.

    2- AKP hükümeti uzun zamandır Suriye’deki halk hareketini kendi jeostratejik çıkarlarına uygun bir biçimde kullanmaya çalışıyor. Türkiye’nin (tıpkı Körfez ülkeleri ve Suudi monarşisi gibi) Suriye’deki halkın meşru demokratik talepleriyle bir ilgisi yok. Bu ülkeler ayaklanmayı bölgedeki jeostratejik rekabette ellerindeki bir koz olarak görüyor sadece. AKP’nin diktatörlük karşıtı halk hareketini yozlaştıran, onu neticede bir mezhep çatışmasına sürükleyen politikalarını teşhir etmeliyiz.

    3- AKP hükümetinin dış siyasetine karşı dururken Esad’ın mazeretçisi haline gelmekten sakınmalıyız. Solun bir bölümü “düşmanımın düşmanı dostumdur” gibi mekanik bir kavrayışla, AKP’ye karşı olmak adına Suriye’deki rejimin argümanlarına sarılıyor, Esad rejimine neredeyse kefil oluyor. Solu hem politik hem de (daha önemlisi) moral bakımdan iflasa sürükleyecek bu tutumdan uzak durmalıyız.

    4- Suriye’de demokratik bir dönüşümden yana olan, diktatörlük rejimine de mezhepçi kamplaşmaya da olası bir emperyalist müdahaleye de karşı olan güçlerle ilişkilerimizi geliştirmeliyiz. Halk hareketinin bir parçası olan sol güçlerle (evet böyle güçler var) daha yoğun iletişim ve dayanışma içerisinde olmalıyız.

    5- Reyhanlı sonrasında görülen göçmen karşıtı tavır ve saldırılara karşı açık bir tutum almalıyız. AKP hükümetinin kendi çıkarları doğrultusunda Suriye’deki bazı silahlı gruplara şu ya da bu yolla destek veriyor oluşu, Suriye’deki çatışmadan kaçan göçmenleri düşmanlaştıran bir tutumun mazereti olamaz. Türkiye’nin göçmenleri diplomatik bir koz olarak gören ve işine geldiği gibi kullanan pragmatist tavrına karşı sınırların Suriye’den kaçan herkese açılmasını savunmalıyız. Suriyeli göçmenlerin kaldığı kamplar ulusal ve uluslararası denetime tabi olmalı, sığınmacıların tüm ihtiyaçları karşılanmalı. Kaldıkları çadırlarda yanarak can veren, ucuz işgücü olarak sömürülen tüm göçmenler kardeşimizdir. Popülist saiklerle (neticede ancak milliyetçiliğin ekmeğine yağ sürecek) göçmen karşıtlığının kaşınmasına asla izin vermeyelim.


    Siyaset bir yapboz değil, bir senaryo hiç değil. Kimi zaman çelişkili görünen görevlerle karşı karşıyayız. Ancak solun hem Türkiye’de hem de bölgede bütünlüğünü muhafaza etmek ve geliştirmek istiyorsak, daha önemlisi, solu egemenlerin şu ya da bu versiyonunun payandası haline getirmek istemiyorsak bu ilk bakışta çelişik gibi görünen görevlerin tümünü birden üstlenebilmeliyiz.
    0 ...