bir nevi günümüzün uyuşturucusudur. o kadar kaybetmişiz ki kendimizi günün en az 8 saati koşturmacalar, mesailer, iş arkadaşları derken bir bakıyoruz ki iş hayatı bütün hayatımızı şekillendirir hale gelmiş. sabahın köründe sıcacık yataktan kalk gel, bilgisayarın başında poğaça ile dandirik bir kahvaltı et, sonra patron denen şey gelsin bütün enerjini alsın. patronunla ayrı iş arkadaşlarınla ayrı yaşanan sıkıntılar, nefret ettiğin, sokakta görsen selam vermeyeceğin insanların yüzüne gülümsemeler, başarınla değil en ufak bir başarısızlığınla yerin dibine sokan insanlar, egosunu üzerinde tatmin etmeye çalışanlar, yetiştirmek zorunda olduğun işler, aksilikler, telefonlar, mailler,... bunlar da yetmiyor birçok insan evde de devam ediyor işine telefon ve maillerle. gün sıradan bir günse en azından kafa dağıtmak için tv karşısında sessiz sakin paylaşımsız bir akşam ve ardından uyku. fakat zor bir iş günüyse vay yanındakinin haline. mutlaka eş, aile, arkadaş, sevgili ile kıytırık bir konuda tartışılacak ve malesef genellikle farkında bile olunmayacaktır bunun gündüz yaşananların bir yansıması olabileceğinin. derken özel hayattaki mutsuzluklar takip edecek fakat biz özel hayatımızı düşünecek zaman bile bulamayacağız, otomatiğe bağlamışız bir kere. mesela istatistiklere göre evliliklerde boşanma kararı genellikle tatilde alınıyormuş, yada barışmalar yine bu dönemde yaşanıyor. neden çünkü iş hayatından uzak, özeline dilediğince zaman ayırabildiğin tek zaman dilimi bu. peki ne kadar bu zaman dilimi? senede ortalama 15 gün. bu mudur sizin, ömrünüzün, sevdiklerinizin, sadece elindekinden daha lüks ev/araba sahibi olmak için kaybettiklerinizin değeri? geçen her gün ömürden gidiyor ey işkolik insan sesime gel.
(bu hayata sadece zaruri ihtiyaçlar için katlanmak zorunda olan insanlar yok mu? azımsanmayacak kadar çok var evet ve bu yüzden lafım sadece hep fazlasını isteyen insanlara)