durumu kötü,hastaneye gel dedi. (hastane evden yedi dakika uzaklıktaydı, üç yüz adım mesafedeydi, tamam tamam üç yüz adım değildi, her seferinde unutuyordum adımlarımı saymayı. bir keresinde üç yüz adıma kadar geldim, bu sefer tamam bu iş diye düşünürken enver abiyi gördüm, beş dakika otuz iki saniye konuştuktan sonra ikimiz de kendi yolumuza devam ettik. hastane tuvaletinde adımlar aklıma geldi ama başka sefereydi...). telefonu kapattıktan sonra hemen dışarı fırladım, düşünemiyordum, o halde bile aklımda olan tek şey hastanenin kaç adım uzaklıkta olduğuydu, başka şeyler düşünmeliydim. belki de ölmüştü evet evet ölmüş olmalıydı( otuz dört otuz beş otuz altı...). sesi de kötü geliyordu ama ölmüş olsaydı benimle böyle konuşmazdı ki.(üç yüz kırk iki üç yüz kırk üç üç yüz kırk dört...). o gün yedi dakikalık yol bitmek bilmedi, adımlarımın sayısı milyonlara ulaşacak sandım. hastane kapısına ulaştığımda ferahlamıştım, beş saniye bekledim sonra asansörün 4. kat düğmesine bastım, asansörün kapısı açıldığında sedyenin üstünde gözleri açık dili dışarda yüzü bembeyaz olmuş olan babaannemi gördüm, sanırım morga götürüyorlardı. büyüklerden biri beni görünce hemen başımı okşayarak teselli cümlelerini saydırmaya başladı, evet amcacım hayat devam ediyor, ecel, ölenle ölünmüyor anladık. hadi beni eve götür uyumak istiyorum. bir, iki, üç, dört ...