Kendisini siyasi psikiyatrist olarak takdim eden bu şahıs, Abdullah Öcalan'a şöyle bir psikiyatrik analiz yapmıştır:
-----------
Öcalanın Ailesi çok fakir. Evdeki baskın figür, bölgesel geleneğin aksine anne. Abdullah Öcalanın annesi, çocuklarının önünde kocasını aşağılıyor. Öcalanın anlattığına göre babası, köydeki en silik insan. Öcalan, çocukluk anısında, anne ve babasını, Annem olağanüstü kavgacıydı... Her gün komşularla, babayla ve benimle kavga... Babayı akrabaları bile hiç ciddiye almazlar diyerek anlatır.
Evdeki gerginlikten uzaklaşmak için genç Abdullah, yakındaki bir dağın tepesine kaçar. Köyün en çok alay edilen kişisi olan babası da aynı yere gider. Amacı dağa çıkıp, köylülere söyleyemediği öfkesini haykırmaktır. Genç Abdullahı da orada görünce, onu da öfkesini kusması için kışkırtır. Öcalanın annesi de kışkırtma konusunda babadan farklı değildir.
Öcalan bir anısında, Köyümde, çocuklarla olan kavgamda kafam kırılmıştı. Eve gelip Beni dövdüler diye hüngür hüngür ağlıyordum. Annem eve gelir gelmez beni korumak, himaye etmek yerine, Ya gidip intikamını alacaksın ya da seni bu eve koymam diye beni evden kovdu. Annem bu ilkesinde çok zorlayıcıydı. Daha sonra, zorla da olsa ilk eylemlerime onun bu dayatması altında başladım. Ben de saldırıya geçtim. Birkaç çocuğun kafasını kırdım der.
iLK EYLEMiNi ANNESi YAPTIRDI
Öcalan, evdeki en büyük çocuktu ve zayıf bir babası olduğu için, ailesinin şerefini şiddet yoluyla koruyan kişi olması gerektiğini düşünüyordu. Ebeveynlerinden her ikisi de Abdullahı saldırgan bir tutum sürdürmesi için teşvik etti. Eğer saldırgan olursa, kimse ona saldırmayacaktı! Bunun bir sonucu olarak, genç Abdullah köyde yılan katili olarak ün yaptı. Öcalan, Köylüler yılan gördüklerinde ilkin bana haber yollardı demektedir. Oysa o, yılanlardan korkar. Diğer çocuklar tarafından sevilmez. Ama onları nasıl etkileyeceğini öğrenir: En büyük tutkularım, günlük olarak bir çocuğu alıp dağa çıkarmaktı. Ona haydi gidip yılan öldürelim, kuş tutalım, kartal yuvasına ulaşalım derdim.
( .) Öcalan, Yalçın Küçük ile yaptığı konuşmada, iki kız kardeş ve iki erkek kardeşten bahseder. Çocukluğu sırasında büyük kız kardeşi Havvanın başlık parası ile satılıp başka bir köye gelin gitmesi, onun için travmadır. Çünkü Havva onun için anne gibidir.
Abdullahın psişik yaşamındaki bir dönüm noktası ergenliği sırasında olur. O, bunu ilk isyanı olarak niteler. Bir gün erkek kardeşi Osman ile kavga ederler. Osman eve gelip babasına kavgayı anlatır. Yaşlı adam, evin dışına çıkıp lanetler yağdırarak Abdullaha taş atar. Abdullah dövüşerek kendini savunur. Köylüler başımıza dikilmiş, benimle babamın kavgasını seyrediyorlar. Oldukça hırpalandım, çok çok da öfkelenmiştim. Bu olaydan sonra Abdullah, babasından para çalıp, köyden kaçar. Nizip kasabasına, kız kardeşinin yanına gider.
Kitabındaki bu satırları bizimle tekrar okuyan Prof. Dr. Volkan, Abdullah Öcalanın köyünden kaçmasının çok önemli olduğunu söylüyor: Çocuk gelişiminin ilk altı-yedi yılında kimliğiniz belli olur. Fakat hayat bize ikinci bir şans daha verir; ergenlik. Öcalanın ise her iki döneminde de derin problemleri var. Baba ve anne, olması gerektiği gibi değil. ikisi de travmatik. Her erkek çocuk, erkeklik kimliğini geliştirene kadar birçok basamaktan geçer. ilk bir yıl çocuk, babayı, annenin bir uzantısı olarak görür. Çocuğun kafasında baba, annelerinin uzantısı gibidir. iki-üç yaşlarına geldiğinde çocuk, anneden ayrılmaya başlar. Anne ve babanın ayrı fonksiyonları olduğunu idrak eder. Ve eğer psikolojik olarak sağlıklı bir gelişme yaşarsa, Tamam, ben erkeğe aidim der. Ama Apo, bunu yapamadı. Babasıyla, erkeklik kimliği ile olan özdeşimini tamamlayamadı. Biz buna fiksasyon diyoruz.
Bu gözlem, Volkanın kitaptaki makalesinde şöyle ifade ediliyor: Öcalan, her ne kadar bir yetişkin olarak bıyık bıraksa da geleneksel köylü maço imajına sahip ve bıyık bırakan erkekleri sevmediğinden bahsetmiştir. Çocukluk düşlerinde, sevgisiz cinsel birleşmeyi düşündüğünde, Abdullah duygusal olarak şiddetli bir tiksinti yaşıyordu. Kız kardeşinin evden ayrılması, Aponun yaşadığı cinsel ikilemin nedenlerinden biri olabilir. Bir diğeri, onu annesinin reddetmesi ve babasının iyi bir erkek rol modeli olmaması olabilir. Çocukken Abdullah, kızların yanında kendisini çok rahat hissediyormuş ve kendisini, cinselliği konusunda aşırı kontrole sahip Mahatma Gandiye benzetiyor.
Volkana, Öcalanın kendi sözlerini okuyarak yaptığı bu değerlendirmeyi soruyoruz. Hocanın bu konudaki yorumu şöyle: Gandi evliydi. Fakat Seks yapmayacağım diyen bir kişiydi. Çocuklukta, saldırganlık ve seks iç içedir. Çocuk büyüdükçe seks ve saldırganlığın aynı şey olmadığını keşfeder. Fakat söylediğim gibi çocuk, erkek kişiliğinin gelişimini tamamlayamamışsa, ne tarafa gideceğine karar veremez. http://arama.hurriyet.com...arsivnews.aspx?id=9166332