anadolu kırsalı'nda, özellikle 'aile içi' olmak üzere cinsellik kavramı bariz bir biçimde baskı altındadır. şüphesiz bunda, dine bağlı gelişen ve toplumu sarıp-sarmalayan ahlaki değer yargılarının etkisi büyüktür ve beklenen sonuç; cinselliğin bir tabu halini almasıdır. öylesine bir tabu düşünün ki; görüş ve düşünceleri itibarı ile yaşadıkları toplumun çok çok ilerisinde, onları her şeyin konuşulup-tartışılabildiği geleceğe yönlendirme misyonu üstlenmiş çoğu yazar ve sanatçı dahi sırf tepki çekmemek, okuyucu veya izleyici kitlelerini kaybetmemek için bu konulara girmekten kaçınırlar.
"osman'ın malzeme almaya başkente gittiği günün gecesi ali'nin yattığı odaya girdi analık, gitti uzandı döşeğe; arkadan sardı ali'yi, geniş göğüs kafesine doladı kollarını önce sonra göğsünden erkekliğine indirdi elini, sıvazladı, iyice bastırıp sırtına memelerini; 'ali beni etsene' dedi.
ali'nin uykudan ayılıp olanı anlaması beş saniye sürdü. koynuna yılan dolanmış gibi haykırarak kaçtı yataktan çocuk."
- akilluslu, kendine has kurgulaması ve yazım tekniği ile yine anadolu'nun güneydoğusu'ndan bizlere, kır çiçeklerinin kokusu eşliğinde farklı insan manzaraları getirdi.
bu denli kritik bir konuda, üstelik bir anadolu kadını'nda hiç de eğriti durmayan tavır ve davranışlarla, karşılıksız aşka düşmüş bir analığın üvey evladına olan sevdasını resmetmek, ona yanaşmasını, elde edebilmek için varını-yoğunu ortaya koyup sinsice planlarını ifade ve tasvir etmek, bunları yaparken dozu; okuyucuyu irite etmeyecek şekilde ayarlamak ve asla bayağılaşmadan vermek istediklerini bir bir verebilmek, her şeyden önce sağlam bir kalem, güçlü bir analiz yeteneği ve aynı zamanda kendini, okuyucunun yerine koyabilme becerisi gerektirir ki ben bu vasıflarda bir kişiye hiç tereddüt etmeden yazar diyorum. anzülha serisi'nin yeni öyküsü 'taş' bence bir çok bakımdan oldukça başarılı bir öykü örneği.
"acı ve nefret yokken de nasipsizdi iyilikten analık bu yüzden kötülük yüreğine, aklına yerleşirken hiç yabancılık çekmedi, misafirmiş gibi durmadı; evin sahibiymiş gibi her zerresinde çoğaldı."
- öykü anlatımında öznel motiflerin güzelliği ve zenginliği bir yazarın kaleminin gücünü ortaya koyan en belirgin unsurdur. bu sayede o yazar, diğerlerinden ayrılır ve aynen yukarıdaki örneğinde olduğu gibi kaleminden süzülüp kağıda dökülen bir tümceyle okuyucusunu mest eder. zira o tümce ya da tümceler diğerlerininkilerden çok farklıdır; kalıplaşmış, alışıla gelmiş değildir. ilk kez duymuşsunuzdur, verdiği anlamın derinliğini idrak etmeye, havsalanızda onu sindirmeye çalışırsınız. bu esnada okumaya devam ediyor olsanız dahi aklınız o tümcede takılı kalır.
- milyonlarca tarifi yapılabilir 'ilk görüşte aşk'ın lakin, böylesine güzeli, anlamlısı, buram buram anadolu kokulusu; doğrusu sıkça rastlanılan türde değildir:
"ali zübeyde'yi ilk kez çocuğun taşı verdiği ağacın altında gördü. ne şalvar ne yemeni ne kara çarşaf; uçuşan tülbent gibi bir beyaz kumaştan bir elbise üzerinde ayakları çıplak saçlarında kır çiçeklerinden bir taç;
çaput bağlıyordu kız ağaca, düğüm atıyor diliyor, düğüm atıyor tekrar diliyordu, kıza bir kol boyu mesafede ayakları toprağa kök salmış gibi çakılı kalan ali'ye dönüp;
'seni diledim' dedi zübeyde, 'sen şıh ben toprak.'
ali gördüğüne inanamadı, koyu yeşil gözler, buğday sarısı saçlar, beyaz ten, şaşkınlıktan ağzı açık bakakaldı, nice sonra taş gömlek cebinde kımıldandı da ali bacaklarını söküp kök saldıkları topraktan kıza doğru bir adım attı."
- öykülerde ortamı tasvir ederken kullanılan gerçekçi ifadeler bulunulan yerin okuyucu gözünde canlandırılabilmesi için gereklidir elbet! ancak bunlar çoğu kez, maddi ortamı ifade edebilirler ki o anda, orada bulunan kişilerin içinde bulundukları ruh halini ya da bizzat ortamdaki pozitif veya negatif enerji dolanımını tarif için kimi zaman masalsı, kimi zaman da şiirsel ifadeler kullanmak gerekir:
"ali gülümsedi, babasının bembeyaz kesilmiş yüzüne rağmen gülümsedi. güller daha çok koktular, güzel bir mayıs gecesiydi."
- veya,
"'ben varım' dedi... 'taşa gerek yok kalbinin atması için'
ali gülümsedi, ideler salınıp dolunaya karşı geceyi rayihaya boyadılar."
- ya da,
"'vermem baba vermem' diye yeri göğü yırttı ali'nin ağlaması feryadı, güller kurudu bahçede, üzümlerin suyu çekildi."
- her üçü de bu bağlamda ne denli başarılı örnekler, öyle değil mi?
akilluslu'nun; 'daldingir bir dahreye dönmek','reççi','simora' gibi yerel deyim ve sözcüklere bu öyküsünde de sıkça yer vermesi ve okuyucuyu anlamlarını araştırmaya itmesi, birer kültür mirası olan bu deyim ve sözcüklerin korunması, yaşatılması adına, öykü yazarlarının ne kadar önemli bir misyona sahip olduklarını da vurguluyor.
- ellerine sağlık akilluslu, her öykünde seni yeniden keşfetmek, kaleminin tadına varmak ne güzel!