ulu roman

entry4503 galeri video8
    2813.
  1. artık çok sıkılmıştı albırt. "Brezilya dizilerine döndü hayatım amk." Diye söylendi içinden. Haklıydı, Ekşınsız geçen bir günü bile olmamıştı kısacık hayatında. Hemen çocukluğu geldi aklına. Küçük yaşta kibritle 'perde yakmacılık' oynarken yanlışlıkla evi yakmış ve tüm ailesini o yangında kaybetmişti. o yangın çocuk esirgeme kurumunda geçireceği ızdırap dolu yılların başlangıcı olacaktı. Meraklıydı albırt, heyecanlıydı; zekiydi... bir gün arkadaşlarıyla resim yaparken sosyal hizmet çalışanı satiye hanım geldi. yetenekliydi, zeki olduğu kadar. Albırt tepsiye benzer birşey çizmişti. üzerinde dağlar insanlar arabalar ve elinde kibrit kutusuyla dünyayı yakmak üzere olan bir çocuk vardı. Satiye hanım hiçbirşey anlamıştı bu resimden. Bir ara geri zekalı olduğunu düşündü albırtın, vakit geçirmeden sordu albırta "albırt bu ne!!!?" Albırt hafifçe başını sağ tarafındaki satiye hanıma çevirdi gözleri parlıyordu ve heyecanla "dünya!" dedi. Evet, satiye hanım artık emindi albırtın geri zekalı olduğundan. "Iyi de dünya yuvarlak " dedi satiye hanım. şaşırmıştı albırt. Nasıl olurdu? Oysa çok akıllı bir kadına benziyordu satiye hanım. Sonra "demekki kimse göründüğü gibi değilmiş ulan!" Diye geçirdi içinden. "Kesin coğrafya dersinde de kalmıştır bu karı" diye de ekledi. ne yapacağını düşündü. Koskoca satiye hanım dünyayı yuvarlak sanıyordu. Gönlü razı olmamıştı bu duruma. Hemen eline bir kalem aldı, tekrar sağına doğru döndü "Bu kalemi bırakırsam ne olur biliyor musunuz? " dedi. Hafif bir tebessümle "evet!" Dedi satiye hanım. Bıraktı ve kalem yere düştü. "Işte dünya yuvarlaksa altında kalan insanlar neden düşmüyor?" diye bir soru sordu. satiye hanım önce albırtın ne demek istediğini anlamadı. "Dünya yuvarlaksa diyorum, altındaki insanlar neden düşmüyor ?" diye tekrarladı. Satiye hanım oracıkta yere yığılıverdi, yanındaki arkadaşlarını ise ona hayranlıkla bakıyorlardı. Iki dakikada yüzyıllardır tartışılmaz kabul edilen bir doğruyu bir anda tarihin tozlu raflarına gönderivermişti albırt. Böyle de zeki bir insandı. O yıllardan belliydi böyle olacağı.
    Dinlenmek için bir ağacın dibine oturdu. Sümeladaydı, geride kalmıştı o günler. Ne yapacağını düşündü.ve birden kendini okyanusun uçsuz bucaksız yalnızlığına atmaya karar verdi. Evet, okyanus... robinson gibi bir adada kaldığını hayal etti... aman tanrım dedi, dert yok tasa yok diye düşündü.
    yüksek bir tepeye çıktı. sonra dünyalar güzeli selvi boylu cenifır geldi aklına, bir "ah!" çekti. Rüzgarda savrulan dalgalı saçlarını hayal etti. "Ah be cenifır" diye haykırdı tüm dünyaya. çok hoşuna gidiyordu cenifırın saçları. Hafifce boynunu öne doğru eğdi. Nasıl olduğunu tam olarak anlayamasa da, fonda ali atayın- istersen adlı şarkısı çalıyordu. Gözlerinden iki damla yaş süzülüverdi yanağına. Ama imaknsızdı bu aşk. çünkü cenifırı ingiltere kraliyet ailesinden yakışıklı mı yakışıklı prens corc istemişti. Prens corcla karşılaştırıldığında albırtın hiçbir şansı yoktu. Prens corc barcelonaysa, albırt zonguldakspordu. Tüm bunları birer birer aklından geçirdikten sonra tüm dünyadan, insanlardan, prens corctan ve en önemlisi cenifırdan uzaklaşmaya karar verdi. Onu ancak bir robinsonun kaldığı gibi bir ada paklardı. Hemen zekasını kullandı ve "ulan deniz 0 noktasındaysa bu deredeki sular denize doğru akıyor olmalı" diye düşündü. Hemen gözüne bir dere kestirdi. Günlerce haftalarca aylarca süren bir yolculuk sonunda kendini basra körfezinde buldu. Halbuki dereyi boşverip kuzeye doğru ilerlese birkaç güne denize ulaşmış olacaktı. takip ettiği dere uzun bir yolculuktan nasıl oluyorsa artık fırat nehrine dökülüyordu. oradan da basrada buluverdi kendini. Ama albırt zekiydi. Ve en umulmadık anlarda zekası devreye giriveriyordu. O gün de böyle parlak bir fikir gelmişti işte aklına. Biraz uzun sürmüştü yolculuğu ama sonunda ulaşmıştı basraya. Hemen bir gemiye bindi. Ve yeni maceralara yelken açarken gözlerinde yaş kalbinde bir sızı vardı. Cenifır! Dedi birden... cenifır... cenifır...
    0 ...