bu duygu, en başta lezzetsiz, tatsız bir damağa pirinç lapası yapıştırmak gibi takip eder insanı bir süre. yemek için yaşamaktan tornistan, yaşamak için yemeye geçersin. zaman, öyle kuvvetlidir ki unutturur tuzu bile. sonra eskisi gibi dinç ve şahbaz olursun. 5'te yarı 10'da biter maçların devre arasında ananın yaptığı çeyrek ekmeğe domatesi tuzsuz yer de, bir an bile düşünmezsin. gürül gürül akan bir nehirdir hayat çünkü, minyatür kale futbol maçıdır 35'te yarı 70'te biten.
***
bir zamanlar hayatımın tadı tuzu olan kadındı uzak bir telefonda, ağlayan, yağmurlu genç kadın. "istanbul'dayım" diyordu 6 yıldan sonra ilk defa konuşurken ne tepki vereceğimi bilmeden "ne zaman?" diyebildim. bir kaç günlüğüne geldiği istanbul'dan bu gece ayrılıyor, ayrılmadan son kontrollerini yapıyor; cüzdan tamam, anahtar tamam, çanta tamam, bilet tamam, bavullar tamam, şemsiye tamam, eski sevgiliyi arayıp hayatı murdar etmek.. işte aşama bu şekilde olmalıydı. hiç iyi anılarımın olmadığı otogarda buluşup bi görüşmek, yolculanmak istiyordu. teklifi duyar duymaz içimde bir kalabalık toplanıp konuyu tartışmaya başladı. bir taraf evetçi, bir taraf hayırcı, kanıtlar, deliller, olay yeri yangınları havada uçuşurken; "carpe diem amına koyim" diyerek hepsini orada bırakıp atladım taksiye.
rüzgarlı gecenin istanbul otogarında birbirimizi bulduğumuzda sanki süregelen bir sohbetin gelişme kısmındaymış gibi rahatça devam ettik. zaten bu kız, daima her şeye ortasından başlamış hissi verirdi bana. bir zamanlar giydiği o çiçekli elbisesi hakim figür idi, duvarlarıma kazıdım "kadın budur" diye, sesini işitmek 1 gramlık antibiyotik gibi mikrobumu çözer, sersemletirdi. yalnız şimdi solgun, yorgun ve harap görünüyordu. evlenmiş, 6 ay sonra boşanmış, mutsuzluk içinde kıvranıyorken ben güçlüyüm hikayeleri anlatıyordu geceleri kendine. ve uykusuzdu, çünkü hikayesi çok uzundu.
onu böyle aç-bilaç bırakmaya gönlüm el vermedi. böylece beraberce bana geldik ki, bir zamanlar "aşkım" dediğim kadınla yalnızlık kaleme girerken aradan geçen 6 yılı düşündüm. şimdi misafirlikte uyuyan küçük kızımızı kucağımda evimize getiriyor olabilirdim. annesinin kendi çocukluğunda kullandığı pembe battaniyesi örtülmüş olabilirdi üstüne. ben, kızım uyanmasın diye yere bile basmadan nefes bile almadan yürüyebilirdim. evet, kapı eşiğinde nihal botlarını çözerken ben ikimizi de düşündüm. ağzıma tuz tadı geldi.
o gece, sabaha kadar hasta hatıralarıma baktım. yüksek ateşine ıslak bez koydum. acide iğne yaptırdım ateşi dinsin, acısı azalsın diye. işte o iki gün kayıp geçmişimle seviştim. ağzım yüzüm tuz içinde..
***
işte eski sevgili tuzun tadını hatırlatan bir densizdir bazen.