istiklal mahkemesi başkanı kel ali ile geçen savunma diyalogları aşağıdadır.. yaşasın zalimler için cehennem! kel ali bu dünyadan sefil olarak gitti.. itikadım odur ki ahirette sefil olacak ebediyen..
--spoiler--
iskilipli Âtıf Hoca'nın idâmı hâdisesi son devir tarihimizin en şaşırtıcı ve ibretli vakıalarından biridir. Din ve islâm hukuku ilimleri sahasında büyük bir otorite ve faziletli bir müslüman olan bu zât, Cumhuriyet'in ilânından sonra Türkiye'yi kasıp kavuran ilericilik fırtınasının dalgalarından kendisini koruyamayarak bir sabah ezanı vakti Ankara Hapishanesi'nin önüne kurulan bir darağacında, istiklâl Mahkemesi kararı ile idam edilmişti.
Âtıf Hoca, Akkoyunlu Aşireti beylerinden Mehmet Ali Ağa isimli halis bir Türk'ün oğlu ve imanlı bir Anadolu çocuğu olarak 1292'de dünyaya gelmişti. 1312'de medrese tahsilini bitirerek icazetnâme almış, sonra daha üstün bir ilim derecesine yükselmek için Ruus imtihanını vermiş, 29 yaşında Fâtih Camii'nde ders vermeğe başlamıştı. 1335'te Sultan Abdülhamid'in iradesiyle Medreseler Umum Müdürlüğü'ne tayin edilmiştir. Bütün hayatı boyunca islâm'a, imana, vatan ve millete hizmet etmiş, büyük şöhret ve saygı kazanmış bir ilim adamıydı. Bütün çalışmasını islâmiyetin daha iyi anlaşılması ve yayılmasına haşretmiş ve bu yolda Miratül islâm, islâm Yolu, islâm Çığırı, Dîn-i islâmda men'i Müskirat, Nazar-ı Şeriatte Kuvve-i Beriyye ve Bahriye, Tesettür-ü Şer'î, Muayyenetüt Talebe, Medeniyet-i Şer'iyye, Terakkiyât-i Diniyye ve Frenk Mukallidliği isimli eserler vermiş, ayrıca makaleler yazmış, vâ'zlar irad etmiştir.
1926 senesi sonbaharında bir Cumartesi akşamı iskilipli Atıf Hoca'nın Lâleli'deki evinin kapısı çalındı. Ellerinde hiçbir vesika olmadığı halde kalabalık bir polis kafilesi evi arayacaklarını söyleyerek içeri girdiler. Hoca'nın kütüphanesini didik didik ettiler. Dönüşlerinde Hoca'yı da beraber götürdüler.
Hoca, istanbul Emniyet Müdürlüğü'nde bir iki gün bekletildikten sonra, istiklâl Mahkemesi'ne sevk edilmek üzere Giresun'a gönderildi. Suçunun ne olduğunu bile bilmiyordu. Hâkimlerin önünde öğrendi: 1340 senesinde bastırdığı Frenk Mukallitliği eserinde, Müslümanların şapka giymelerinin caiz olmadığına dair yazmış olduğu satırların hesabını verecekti.
Ancak Hoca, kitabını neşrettiği zaman Şapka Kararnamesi çıkmamıştı ve şapka giyen bir kaç züppe Türk'ü de polis takip etmekteydi. Binaenaleyh, Giresun istiklâl Mahkemesi Atıf Hoca'yı suçsuz bularak, bigünah saymıştı. Hoca buna rağmen serbest bırakılmadı.
Jandarma nezaretinde eziyetli bir yolculuktan, sonra istanbul'a, oradan da meşhur Kel Ali'nin (Ali Çetinkaya) reisi bulunduğu Ankara istiklâl Mahkemesi'ne gönderildi. Anlaşılan Atıf Hoca yükseklerden gelen bir emirle muhakkak cezalandırılmak isteniyordu. O sırada Ankara Hapishanesi'nde kimler yoktu ki. Sözde irticâi faaliyetlerde bulunduğu için tevkif edilen eski meb'uslar, müftüler, mektep müdürleri, hocalar, gazeteciler... Birkaç i-sim verelim: Meşhur âlimlerden Tâhirü'l-Mevlevî, başaçık gezdiği için tevkif edilen eski Maraş meb'usu Hasip Efendi, Tevhidi Efkâr gazetesi muharriri Ömer Rıza (Doğrul). Yeni Kafkasya mecmuası sahibi Seyyid Tahir...
Ankara istiklâl Mahkemesi 26 Ocak 1926 Salı günü Atıf Hoca'nın muhakemesine başladı ve Mahkeme Reisi Kel Ali, mu'tad hüviyet tespitinden sonra Atıf Hoca'ya sordu:
Ne zamandan beri siyasetle meşgul oluyorsunuz?..
Cevap:
Ömrümü ilim ve irfana haşretmiş bir kimseyim. Siyasetle hiçbir zaman meşgul olmadım. Öyle ki, kütüphanemde dahi siyasete ait tek kitap yoktur. Ancak bir defa, siyasete temas eder bir hareketim olmuştur ama, o da vatan kaygusuyladır: Yunanlıların izmir'i işgali üzerine bir beyannâme yazarak i'tilâf Devletleri mümessillerine vermiş ve şen'i tecavüzü protesto etmiştim. Eğer bu hareketim siyasi sayılırsa, yaptığım işte bundan ibarettir. Kurduğum cemiyetler ise, tamamen ilmi cemiyetlerdir. Bunlardan Cemiyet-i Müderris, isminden de anlaşılacağı üzere müderrislerimizin hukukunu müdafaa ve himayeye muhtaç talebe-i ulûme hizmet gayesiyle kurulmuştur, Ben bir ilim adamıyım. Siyasetle meşgul olmadım, olmak niyetinde de değilim.
Siz böyle diyorsunuz ama, siyasetle meşgul olduğunuzu söyleyenler var.
Herkes hakkında çeşitli şeyler söyleyenler daima bulunur. Benim hayatım meydandadır. Siyasetle meşgul olduğumu iddia edenler bunu ispata mecburdurlar. ispata davet edilmelidirler. Aksi halde bedbahların iftiralarına itibar etmek caiz olmaz.
Ve nihayet ma'hud sual:
Frenk Mukallitliği kitabını ne zaman, niçin yazdınız?
O kitabı senelerce evvel yazmıştım. Maksadım sarihti. Mukallitliğin her türlüsü kötüdür. Japonya gibi âleme örnek olabilecek bir şekilde terakki ve medeniyete kavuşmuş milletler de gözümüzün önündedir: Garbın iyi taraflarını, ilmini, fennini, her türlü lüzumlu ve faydalı taraflarını almışlar, fakat milli ananelerini muhafazada da örnek olmuşlardır. Biz de, Garbın birçok şeylerini tetkik edip medeniyet yolunda ilerlemeye mecburuz. Ancak bu işi yaparken, körü körüne ve lüzumsuz yere, onlarda vardır diye mukallitlik, taklitçilik yapmayalım demek istemiştim.
O kitabı bastırmadan evvel kimseye göster diniz mi?...
Elbette... Basılmadan, hattâ matbaaya, verilmeden evvel kopya ettiğim sekiz nüshadan birini istanbul Maarif Müdürlüğü'ne, iki nüshasını da Matbuat Umum Müdürlüğü'ne verdim. Okudular, tetkik ettiler, hattâ: "Hoca Efendi, çok mühim ve lüzumlu bir mevzua temas etmişsiniz. Sa'yiniz meşkûr olsun" diyerek beni tebrik ile usulen eserin neşrine müsaade ettiler..
Frenk Mukallitliği'nin bu şekilde resmî makamların müsaadesiyle basılmış olması, Atıf Hoca'yı mutlaka mahkûm etmek isteyen Mahkeme Reisini şaşırtmıştır!... Kel Ali, bu şaşkınlıkla sorar:
Demek böyle oldu, öyle mi?
Ve kahredici ikinci cevap:
Evet, aynen böyle olmuştur. ilgili makamlardan sorulabilir. Ayrıca, eserin neşri için verilen resmi ruhsat tezkeresi de dâva dosyasında mevcuttur!
Peki, Şapka Kararnamesi'nden sonra bu kitaptan sattınız mı?
Hayır!. Kararnamenin neşrinden sonra bu kitaptan tek nüsha olsun satılmamıştır. Ama, kararnâmenin neşrinden evvel alıp okumuş olanlar elbette vardır.
Bu kitabın zararlı olduğundan bahsediyorlar, ne dersiniz?
Sualiniz dolayısıyla şunu arz edeyim: Frenk Mukallitliği yayınlandığı zaman, Son Telgraf gazetesi kitap ve benim aleyhimde neşriyat yapmıştı. Mahkemeye müracaat ettim. Dâva sonunda mahkeme heyeti, kitabın zararlı olmadığını ekseriyetle kabul ederek gazeteyi yüz lira manevi zarar vermeğe mahkûm etti. Bu karar dahi, dosyada mevcuttur.
Atıf Hoca'nın muhakemesi bu şekilde devam eder ve Mahkeme Reisi, bütün gayretkeşliğine rağmen aradığını bulamaz!. Şahitlerin. diğer sanıkların ve bizzat Atıf Hoca'nın isticvabı şu gerçeği sarahatle ve katiyetle ortaya koymuştur ki: Frenk Mukallitliği adlı dâva mevzuu kitap, Şapka Kanunu'nun kabulünden çok evvel yazılıp yayınlanmış, neşrinden evvel resmî makamlarca tetkik edilip, yayınlanması uygun görülmüş, üstelik bu kitap daha evvel muhtelif dâvalar dolayısıyla mahkemelerce incelenip zararlı olmadığına karar verilmiştir!..
Bütün bunlara rağmen müdde-i umumi Necip Ali, ayağa kalkarak elindeki koca bir tomarı andıran iddianamesini okumaya başladı: "Şapka ve bu yüzden meydana gelen hadiselerin âmilleri olmakla maznun bulunan şahıslardan Babaeski sâbık müftüsü Ali Rıza Hoca'nın idamına, iskilipli Atıf, Süleyman, Fettah, Tahir, Mes'ut, saatçi Süleyman, Erzurumlulardan Osman, Mehmed, Telgraf müdürü Halid, Yusuf Kenan Hoca ve efendilerin de üçer seneden az olmamak üzere hapis ve küreğe konulmalarına, Hasan oğlu Samih, Aras Şirketi Müdürü Cafer ismail. Sabuncuzâde Mustafa ve Zühtü ile Tahirü'l Mevlevî Hocaların nefyîne, Tevhid-i Efkâr muharrirlerinden Ömer Rıza'nın hu dut haricine tardına, Gostuvar'h Hüseyin, Berber Mustafa, Ispartalı Hüseyin ve kardeşi ile kitapçı Mihran ile ihsan Mahfi Efendilerin de beraatlarına karar verilmesini talep ederim."
ATIF Hoca'yı cezalandırmak için mahkemenin elinde hiçbir delil yoktu. Müdde-i umuminin talep ettiği cezanın verileceğine hiç kimse ihtimal vermiyordu. Şubat'ın 3'üncü günü Atıf Hoca ve diğer maznunlar müdafaalarını yapacaklardı. Hapishanede başta Tâhir-ül-Mevlevî olmak üzere arkadaşları Hoca'yı bir müdafaanâme hazırlaması için ısrar ediyorlardı. Bu ısrarlar karşısında, içinden gelmemekle beraber, Âtıf Efendi kısa bir müdafaa yazmıştı. Günahsız, suçsuz olduğu o kadar aşikârdı ki, vicdanları taş gibi katı olanlar bile ona ceza vermeği düşünemezlerdi. Muhakemenin yapılacağı günün sabahı, Tâhir-ül-Mevlevî uyandığı vakit Atıf Hoca'yı kendisinden daha evvel kalkmış gördü. O da ne!.. Hoca müdafaanâmesini yırtmıştı. Bunun sebebini sorar. Tâhir-ül-Mevlevî'ye:
Ben müdafaa yapmaktan vazgeçtim, dedi ve şöyle anlattı:
Bu gece rüyamda Fahri Kâinat Aleyhissalâtüvesselâmı gördüm. Bana: "Âtıf, bize kavuşmak istemiyorsun da müdafaa yazmakla mı uğraşıyorsun?" buyurdu.
Hoca, rüyasında gördüğü bu dünyalara değer iltifat karşısında müdafaayı falan unutmuş, nuranî yüzü ilâhi bir neş'e ve saadetin hâlesiyle aydınlanmıştı. Bütün işlerini Allah'a havale etmişti.
3 Şubat Çarşamba günü şapka hadiseleriyle alâkadar oldukları iddia edilen 44 mâsum ve mazlum vatandaş, katil Kel Ali'nin riyasetindeki kanlı istiklâl Mahkemesi'nin önüne çıktılar. Âtıf Hoca müdafaa sırası kendisine gelince, abus çehreli reise: "Müdafaa yapmağa hacet yok, efendim. Hiçbir günahımız olmadığı zaten tebeyyün etmiştir. Vicdanınızın vereceği karara muhtazırım" dedi.
Diğer müdafaalar yapıldıktan sonra hâkimler heyeti karar için yandaki odaya geçti. Bir saat sonra pür azamet yerlerini işgal ederek hükmü okudular. Hayret!.. Müddeiumuminin 3 sene hapsini istediği iskilipli Atıf Hoca hükmü son derece soğukkanlılıkla karşıladı. Dinleyiciler taş kesilmişlerdi.
O geceyi sabaha kadar, kapatıldığı hücrede Allah'ı zikretmekle geçiren Atıf Hoca, 4 Şubat Perşembe günü şafak sökerken Ankara Hapishanesi'nin önünde kurulan sehpada asılarak öldürülmüştü. Celladın ifadesine göre, rahmetli Hoca, yeryüzündeki son sabah namazını kılıp, başını secdeden kaldırdıktan üç beş dakika sonra, ipe çekilirken etrafına bile bakınmadan sadece Kelime-i Şahadet getirmekle iktifa etmişti.
Âtıf Hoca, şapka hakkındaki risâlesinden dolayı şehit edilmişti. Cesedi darağacında, sabah rüzgârıyla hafif hafif sallanıyordu... Artık fecir sökmüştü. Birden yakındaki câmide, ezan okunmağa başladı. Müezzin; "Allahu Ekber... Eşhedü en lâ ilâhe illallah..." derken. Atıf Efendi'nin soğuk dudakları son defa kıpırdadı ve ezana icabet etti. Orada bulunan bir mü'mîn bu hale şahit oldu. Rahmetullahi aleyh...