var oluştan bu yana "madalyonun diğer yüzü" olarak bilinen, ışığın yoksunluğunun doğurduğu kavram. insanın içinin ışık almadığını düşünürsek ve bireysel iç seslerimizi yani beynimizi karanlıkta bıraktığımızı var sayarsak aslında dünyadaki hiç tükenmeyen karanlığı biz insanlar, birde keşfi zor derin mağaralarda bulabiliriz. insanın en derin kişiliği ve kimi zaman ölene kadar en yakınından bile sakladığı yüzü tam olarak bu olsa gerek.
karanlığı ve aydınlığı yaratan döngü, gezegen olmanın verdiği sorumluluk olan şu eksen dansı. belki ıslığın bulunmasının nedeni budur, deniz fenerleri, meşalenin yani insanın karanlığa duyduğu korkunun ve bilinmezliğe karşı dirençsizliğinin eseri şu an kaliteli bir yaşam sürmemizi sağlayan buluşların yok etmek için güdümlendiği kavram.
gece; sanırım karanlığı iliğine kadar yaşatan tek olgu, her ne kadar sokak ışıkları ve baş ağrıtan elektrikli cihazlara sığınsak da. gece vücutların afrodizyağı, düşüncelerin yoğunlaştığı, metabolizmanın yavaşladığı, bizimse günü devretmek için gelmiş bir bekçi saydığımız zaman dilimi. tamda burada karanlığın etkisini görüyoruz.
fazla karanlıkta kalan insanlarda retina bozulmasına bağlı körlük riski, güneşten beslenemeyen tenin hassasiyetinden doğan hastalıklar ve bunların yan getirileri olabilecek sosyal bozukluklar. velhasıl karanlığın kötüyü sembolize etmesi pekte tesadüf değil.
içinde "karanlık" geçen her cümlenin olumsuzluğu beyne nasıl nakşetirildiyse, dünya ve içindeki canlılara da öyle işlenmiştir. en yırtıcı hayvanlar gece avlanır ve gece yaşayan yada geceyi seven hayvanlar korkutucu sayılır, nihayetinde bu korku film, roman yani insan bilincinin servis ettiği bütün araçlarla topluma işlenir. insanlar, kendilerini dizginlemek için korkacak ve tapacak bir şey bulmakta çok iyidirler ve karanlık yaşamın başladığı günden beri avcının en iyi kamuflajı, doğanın çocuklarının ilk korkusu olmuştur.