Kış kendi gelmeden önce çocuğunu yollar şehirlere. Sonbahar. Kış gelecek diyor; gökyüzünde asılı duran gri bulutlarının arasından yağan yağmurlarla. Neyse ki gece boyunca evlerin tavanlarını, şehrin yollarını ve yolların kaldırımlarını döven yağmur, işçiler dokuz altı yollarını ezmeye başlamadan biraz evvel durdu. Yerini kuru bir rüzgar aldı, yüzüne yüzüne vuruyordu insanın. Nereye gitse insan, "bu tarafa gelme" der gibi aksi yöne itekliyordu onu. Biraz, motoru durmuş, kendini denizin sakin sularına bırakmış gemi gibi rüzgara bıraksan kendini can man dinlemeyecek yerden yere çalacakmış gibi esiyordu . Yerler henüz ıslaktı. Onları kurutacak güneşte bu semti terk ettiğine göre uzun bir müddet böyle kalacaktı. Nejat'ın karnı ne istediği anlaşılmayan bebeğin bağırışlarını kıskandıracak bir sesle gurulduyordu.Burada işler kesat çabuk bir yerlerden bir iki numune bul der gibiydi. Nejat ise bir dükkana girip insanlarla iletişim kurmayı hiç istemiyordu.iki yıldır hemen hemen her gün böyleydi.Yani yalnızlığıyla dost olup yalnız kalmamayı öğrenmeye çalıştığından beri. Sabah sabah uykusunu hiç bir zaman tam alamayacak olan ve mecburiyetten orada o poğacaları satmak zorunda olduğunu kendine dayattığı için o pastahanede olan pastahaneci nin "ne istemiştiniz?" diyen sesini dahi duymak istemiyordu. Sanki açlığını bastıracakmış gibi rüzgardan bir o yana bir bu yana savrulan dizine kadar uzayan kabanını iki yanından tutarak göbeğine doğru birleştirdi. Suni bir Sıcaklıktan başka hiçbir getirisi olmamıştı bunun. Karnı hala çığırıyordu. Dayanamadı girdi pastahaneye. Sonra okula giderken evde çantasını unutan öğrenci telaşıyla geri çıktı pastahaneden. Evine gitmeye karar verdi. iki yıl önce ev arkadaşından başka tek tük gelen misafirler dışında kimsenin girmediği evine. Kendini bulduğunu inandığı yere. Yolda yürürken kendi kendine sayıkladı. Gudubet yüzlü herif senden poğaça alacağıma karnıma taş basarım daha iyi. En iyisi eve gidip çay demlemek ve ne var ne yoksa yanına koyup yemek. Karnı çığlıklarıyla sürekli sözünü bölüyordu. Karnına sövdü, açlığa sövdü, pastahaneciye sövdü, ayağının takıldığı taşa sövdü, ara sokakların birinde evden çıkan saçı başı dağınık fahişeye sövdü sıra tüm bunların sorumlusu olarak gördüğü Tanrıya gelince bir suçluluk bastı içini, sustu. Bu davranışını yedirememiş olacak ki bir de kendine sövdü.
Terasta sofra hazırdı. Bu sofra bir dilenci için şölen, memur ailesinin ilçe dışında okuyan çocuğu ve nejat için kahvaltı, bir şehir burjuvası için ise açlık anlamına geliyordu. Eve gelmeden önce cebindeki tüm bozukluklarla bir paket sigara aldı kendine. Çayını da ona göre demledi. Bir paket artı üç dal sigara. He bu arada unutmadan; nejat kendi saydıktan sonra bozuk paraları tekrar sayıp, sigarayı o zaman uzatan ve bu orada nejatı bekleten bakkala sövdü hem de ne sövmek ana avrat. Sonra suçladı kendini, vicdan mahkemesini yapa yapa tüm sanıkları dinleye dinleye geldi eve, suçlu buldu kendini. Teras, soğuk havayı daha bir soğuk yapıyordu. Dokuz katlı bir binanın terasıydı burası ve şöyle bir dikelince tüm varoşlar elinin altındaydı insanın.Her uyandığında şu çirkin irili ufaklı gri binalar yerine bir deniz görseydi belki gözleri, böyle kötümser böyle içe kapanık böyle paranoyak birisi olmazdı. Her sabah deniz görenlerin ondan fazlası neydi. Aklından yüzlerce olay geçti, binlerce diyalog. Hepsi için uzun uzun düşündü hepsinde mahkemeler kuruldu, herkes dinlendi ve nejat hepsinde kendini suçlu buldu. Ne nalet bir herifti bu nejat. Lanet değil naletti. Daha içten daha samimi daha kötü.
işte son bardağının son yudumuyla son sigarasın son nefesi denk geldi yine. Bunu nasıl beceriyordu bilmiyordu ancak beceriyordu işte. Tabiatın da ola ola bu yeteneğinin olduğunu düşündü el alemde ne yetenekler var dedi; yine kendini suçladı. Rüzgara karşı aldığı her nefes göğsünü şişiriyordu şiştikçe de içine dert tasa, pişmanlık,öfke,suçluluk doluyordu. Nejat bir anda ne için yaşadığını düşündü,böylesine vazgeçmiş bir insan ne için yaşardı? Bir iki saniye düşündükten sonra yaşamak için dedi. Peki ya ölmek için yaşıyorsak dedi. Sen düşmanın için savaşır mıydın neden böyle bir şey olsun ki diye sordu kendine. ibnelikte burada ya dedi. Sonra sustu. Bardağından son yudumunu içti sigarasından sonra dumanını içine çekti sokağa baktı gelen geçen yoktu.Giderken yanında kimseyi götürmek istemiyordu.Belki kendisi, üzerine türlü isimler ve yazılar yazılmış olan okul sıralarına bakarak düşlediği yaşamı yaşayamıyordu ancak mutlaka düşlediği yaşamı yaşayanlar vardı.Olmalıydı.Belki de bunlar hiç düşlemeyip sadece yaşayanlardı ama varlardı işte.Giderken böyle birini yanında götürmek istemiyordu. içeri girdi, iki yıl önce bu evin terasından intihar eden arkadaşının yatağının üzerine dizdiği kitapların birinin arasından cesar mendozanın acı çekene saygı şiirini eline aldı ve tekrar terasa çıktı.eğer tanrı intihar edenleri ve nietzcheyi cehenneme gönderirse,cehennemde yanmayı tercih ederim bende,ben tanrı olsam peygamberler göndermez direkt konuşurdum insanlarla,ben tanrı olsam intihar ederim,insanlarla birlikte acı çekmesini öğrenemediğim için dizelerini büyük bir sessizlikle okudu.ilk kez okuduğunda yani henüz intihar fikri yokken aklında ne de etkilenmişti bu dizelerden.Şimdi ise bu dizeler bambaşka çağrışımlar uyandırıyordu onda.Kendi ölüm fermanını okuyormuş gibi etki ediyordu her bir dize içine.Ortasından ikiye katlanmış ve katlandığı yerdeki bazı harfleri silinmiş olan kağıdı buruşturdu ve kül tablasının içine koydu.Ah be murat ne vardı gitmeseydin.intihar edecek ne vardı.O gece istediğin biraları üşengeçlik edipte almazlık etmeseydim belki şimdi konuşuyor olurduk.Belki o zaman biraz kafanı dağıtırdın da derdini tasanı anlatırdın, bir çaresini bulurduk.Senin yine anlatacağın biri vardı bende oda yok.Gözlerini ovuşturdu sonra da elini yüzünde yukarıdan aşağıya doğru gezdirdi.Ayağa kalktı. Tekrar aşağıya baktı.Murat bakmış mıydı acaba.Bir an için tereddüt etmiş miydi? Tüm bu soruları düşünürken kendini oyalamaya çalıştığını fark etti, sövdü kendine.Sövmeyi de bıraktıktan sonra bir anda boşluğa attı kendini.Dalından düşen bir yaprak gibi süzülmeyi bekliyordu ancak fizik buna izin vermedi.Saniyeler içinde büyük bir gürültüyle belediyenin günlerce çalıştığı eğri büğrü kaldırıma serildi.Ölmemişti.Bu işi de adam akıllı beceremedin dedi, yine sövdü kendine.Gözlerini ufukta görülmeyen bir noktaya dikti. Ağzından akan kan yıllarca yürürken basmamaya özen gösteridiği kırmızımsı kaldırım taşına akıyordu.Hiç kıpırdamadı.Sadece gülümsedi ve bir iki dakika sonra son kez göğsü şişti ve gözleri bir daha açılmamak üzere kapandı. Onedir