insan neden kötü olur? Kötü bir çocukluk mu? Tacize uğramış olması mı? ailesi yüzünden mi? yoksa kötü bir çevrede yetişmesi mi? bu sebepler çoğunuzun aklına ilk gelenlerdir. Bence sebebi daha basittir:
Kötülük yapmaya fırsat bulmasındandır.
Yaptığı kötülükten çıkar sağlıyorsa (ya da en azından yaptıkları yanına kar kalıyor hesabı sorulmuyorsa) bu zamanla karakter halini alır. En azından bende öyle olmuştu.
Ortaokul ikinci sınıfı bitirdiğim senenin yazıydı. iyi hatırlıyorum çünkü vücudumdaki değişikliler iyiden iyiye hissediliyordu. Sakallarım çıkmış, sesim kalınlaşmış, koltuk altlarım ve cinsel organımın çevresi kıllanmaya başlamıştı. Olur olmaz zamanda erekte oluyordum. Bunu çevremden saklamak için şekilde şekle giriyordum. her sabah neden erekte olmuş bir halde uyandığımı ya da geceleri kamyon devirmiş olmamı anlamlandıramıyordum.
Kapı komşumuzu da alarak iki aile denize gitmiş, büyük bir Çadır kurmuştuk. Akşamları ortasına çarşaf gerildiğinde iki göz oda gibi olan bir çadırdı. Babamla galip amcanın çokça rakı içtiği bir akşamdı. Onların muhabbeti uzayınca çocukları yatmaya göndermişlerdi. Ben ve kardeşim nuri çadırın bizim olan yarısında galip amcaların kızı melike diğer yarısında uyuyordu. babamın galip amcanın koluna girerek de olsa onu çadıra getirdiğinde çıkan seslere uyandım ama geri uykuya daldım. Sonra babam annemi çadırın bizim tarafımızda duran köşesine yatırdığında uykum bir daha bölündü. Babam da benim ve çadırın ortasındaki çarşafın arasına yatmıştı.
Gece ne olduysa uyanmıştım. Büyük ihtimal çişim gelmiştir. Her gece çişe kalkardım. Tam kalkmaya yelteniyordum ki babamın şortunun aşağı sıyrılmış olduğunu ve ortadaki çarşafı babamın omuzlarında doğru gelmiş olduğunu gördüm. Çıplak olan poposu bir öne bir geriye hareket ediyordu. Etrafımı kolaçan ettim. içkiye dayanıksız olan annem ve uykusu ağır kardeşim horul horul uyuyordu. Aslında olanları dikkatle izlemek istiyordum ama yan dönmüş babam ve onun omzuna dökülen çarşaf yüzünden hiç birşey göremiyordum. Yakalanma korkusuyla kıpırdayamamam ve babamın poposuna bakmak istememem nedeniyle gözlerimi kapadım. Böylece seslere daha çok konsantre olabiliyordum. Duydukça da Erekte oluyordum. Babam melike yi mi naciye teyzeyi mi beceriyordu acaba? Meraklanmıştım...
Babamın işi bittiğinde pijamasını üstüne çekti. birazdan döneceğini anlamıştım. Uyuyor numarası yapabilirdim.
Ama yapmadım...
Doğrudan gözlerinin içine baktım "ne yaptığını biliyorum" der gibi. Babam önce bir irkildi. Birşeyler açıklamak için ağzını açıyordu ki sırtımı dönüp yatıyor numarası yaptım. Kızsam mı? kapris mi yasam? Yoksa anneme mi söylesem? Anneme söylersem ailemiz dağılır mıydı? Karasızdım. Tüm bunları düşünerek uykuya daldım.
Ertesi sabah kimse uyanmadan kalkmıştım. Sabah erkenden henüz sahilde kimse yokken denize girmeyi seviyordum. belime havluyu sararak şortumu mayo ile değiştirdim. Kumsaldan denize doğru gidiyordum ki arkamdan babam koşturdu. Gözlerinin altı çökmüştü geceden bu yana uyumamış olduğu her halinden belliydi. "sen artık erkek adam oldun. Erkek adamlar sır tutar" vb. şeyler söylemeye başlamıştı ki daha fazla dinlemedim döndüm arkamı denize gittim. Babam gözümde küçülmüştü. Omurgasızlaşmıştı. Ben yüz vermedikçe onun daha çok ezilmesinden tuhaf bir zevk alıyor gibiydim. Bir süre sonra naciye teyze denize geldi. Üçgen şekildeki bikinisi büyük memelerinin yalnızca yarısını kapatabiliyordu. Açıkta kalan kısımların beyazlığı geri kalanı hakkında fikir veriyordu. Sabahın erken saatlerinde buz gibi olan suyun etkisi ile ürperdiğini, tüylerinin diken diken olduğunu ve göğüs uçlarının belirginleştiğini seçebiliyordum. Gözlerini gözlerime dikmiş kendinden emin bir şekilde geliyordu. "Dün gece gördüklerin aramızda kalması için ne istersen yaparım" dedi.
"demek melike değilmiş naciye teyzeymiş. Acaba ne kadar zamandır birlikteler? Anneme bunu nasıl yaptılar?" şeklinde düşünceler zihnimi işgal ediyordu. Teyze bildiğim bu kişiye "orospu, fahişe, kaltak" diye bağırıp hakaret etmek istiyordum. Tüm bu düşünce buhranı içinde ağzımdan tek kelime çıktı.
"Meme"
Naciye teyzenin Dudakları sağ yana doğru asimetrik şekilde kıvrıldı. Gülümsüyordu. Elde etme, kafalama, kendine güvenme, küçük görme ve kendini beğenme ile karışık bir gülümsemeydi bu.
"babasının oğlu" dedi elleri bikinisine giderken. birkaç saniyeliğine bikinisini yukarı kaldırdı ve bende bıraktığı etkiden memnun bir şekilde arkasını dönerek sahile yüzdü.
O birkaç saniye yeni bir dünyayı keşfetmiştim. Ne güzel bir şeydi meme. Yuvarlak. Estetik. Bakmaya ve ellemeye güdüleyen. Cezbedici. Bizim zamanımızda internet yoktu. Dergiler vardı. Dergilerde bundan daha estetik olanlarını da görmüştüm elbet ama. Bu canlıydı karşındaydı. Bir de aileden bildiğim bir kişinin memeleriydi. Kendimi yasak meyveyi yemiş gibi hissediyordum. doğal olarak erekte olmuştum...
Tatil dönüşü babamın aylardır yalvarmama rağmen almadığı 18 vites bisikleti hediye etmesiyle tatilde hayatının dersini aldığımı anladım. Bilgi güçtü. insanların zayıflığını/hatalarını/korkularını bilmek ise getirisi olan karşı konulamaz bir güçtü.
Babamla çadırdaki geceyi hiç konuşmadım. Elimdeki kozu sürekli hatırlatarak onu bezdirmek istemiyordum. Gerçekten gerekli olursa kullanacaktım. Ayrıca ben mesafeli durdukça ve babam benden çekindikçe naciye teyzeyi daha fazla bana itiyordu. Naciye teyze pasta börek yapıp beni çağırıyor. Çay doldururken göğüs dekoltesinden memelerini dikizlemem için fırsat sunuyordu. Ara ara memelerini okşamama izin veriyordu. Hatta bir kez emmeme bile izin vermişti.
Son zamanlarda beni kızı melike konusunda cesaretlendiriyordu. Melike'nin benden hoşlandığını söyleyerek beni ince ince işledi. Bir gün beni eve çağırdığında memelerini açtı ve okşamamı istedi. Şaşırmıştım. Çünkü genelde ben ısrar ederdim. ilk kez kendiliğinden izin veriyordu. Melike'nin banyoda olduğunu söylerken beni ilk kez dudaklarımdan öptü. iyice erekte olmuştum patlama noktasındaydım. Bunu anladığında "ben bir anne bakayım geleyim seni merak etmesin. Sen de sakın ha anahtarı yok diye kapı deliğinden melikeyi izleme" dedi. Mesajı almıştım. bir an bile düşünemedim. Şartlanmış bir şekilde banyo kapısına doğru ilerledim. Ne Giriş kapısından banyo kapısının görüldüğünü ne de naciye nin kapıyı kapatmadığını farketmedim bile. Kapı deliğinden melike nin tazecik vücudunu körpecik memelerini izliyordum.
Elimin kasıklarımda olduğunu annemin evhamlı çığlığı ile farkettim. "oğlum napıyorsun sen?"
bu kelimelerle başladı annemin günler süren psikolojik çöküntüsü, naciye teyzeden durmaksızın özür dilemeleri, onun yanında ezildikçe naciye teyzenin kırılgan ama affedicilikle yoğrulmuş mağrur tavrı, bana "melike nin kardeşim sayıldığı" yönündeki öğütler...
Elimdeki koz gitmiş hatta zararlı çıkmıştım. Bu saatten sonra naciye teyze ile babamın yediği haltı anlatsam bile inandırıcı olmayacağını biliyordum. Artık "küçük sapık" muamelesi görüyordum. annemler yattıktan sonra tv'de film bile izliyor olsam nöbetleşe annem ve babam gelip porno film izleyip izlemediğimi kontrol ediyorlardı. Babam bile rahatlamıştı. Hayatımın ikinci dersini almıştım. elindeki kozu kaybedersen eskisinden de beter olursun!
Gözüm erken açılmıştı fırsatları kollamayı öğrenmiştim. Bir sürü hakkım cezam nedeniyle kaldırılmış olduğu için mecburiyetten odamda ders çalışıyordum. Bu beni bayağı geliştirmişti. Orta 3 ün ilk sınavları geldiğinde önümde oturan ve matematikten hiç anlamayan asu'ya kopya veriyordum. Asu yıllardır zayıf gelen matematik dersinden ilk kez 4 almıştı. kaz gelecek yerden tavuk esirgmeyen asu sonraki sınavlarda kopya vermemi garanti altına almak için benimle yakından ilgileniyordu. geometri sınavından önceki gün. "Yarınki sınava hiç çalışmadım sana güveniyorum" dedi. "gönlümü yaparsan neden olmasın" demiş oldum. Nasıl olacağını sorunca onu dudaklarından öpmek istediğimi söyledim. "saçmalama" dedi. Ama önerimi düşündüğü gözlerinden belli oluyordu.
"Sadece bir öpücük ileriye gitmek yok" denilerek başlayan stratejik ortaklığımız asu nun teşekkür almasını benim de kadın vücudunu tanımamı sağladı. Yaklaşık 6 ay devam eden stratejik ortaklığımız Bana "kazan kazan" stratejisiyle de sonuca ulaşılabileceğini öğretti. ayrıca teklif etmek kötü birşey değildi. sen önerini sunuyor karşı tarafın cevabını bekliyordun. kötü birşey yoktu. fırsatları değerlendiriyordum sadece.
Ortaokul bitiminde asu nun babasının tayininin çıkmasıyla yine abaza günlerime döndüm.
Lise dönemindeyken annem dayımın düğün hazırlıkları için köyümüze gitmişti. Ben de annemin yokluğunu fırsat bilip eve geç geliyordum. Bir gün eve erken gelesim tuttu. Kapıdan girip de converse leri gördüğümde nuri nin eve kız attığını anladım. "Sarılmış romantizm yapıyordur salak içeri gireyim de korkutayım" diye düşündüm. Odasının kapısını açıp girdiğimde ikisinin de üstleri çıplak altlarında kotları olduğu halde seviştiklerini gördüm. Onlar beni gördüklerinde korkudan ölecek gibiydiler. Yanakları acaba panikten mi kızarmıştı yoksa biraz önce yaşadıklarından mı? kızı tanımıştım arka apartmandaki komşunun tombul kızıydı nuri ile aynı sınıfta okuyorlardı. nuri "abi ocağına düştük. Kimseye söyleme" diye yalvarmaya başladı. Ulan kimseye söyleyeceğim yoktu zaten ama onlar bu kadar tırstıkça kötü reflekslerim harekete geçiyordu. Ben umursamamaya çalıştıkça nuri ısrarla özür diliyordu. Gaza geldim. Fırsat bu fırsat deyip nuri yi omuzlarından tutup ayağa kaldırdım. Elimin tersiyle bir tokat attım ikisinin de korkusu panik derecesine ulaştı. Kolundan tutup dış kapıya doğru sürüklerken "siktir git lan parkta beni bekle. O zamana kadar yediğin boku düşün. Ben (içerdeki orospuyla) konuşup geliyorum" dedim.
Nuri ikiletmedi. Odaya geri döndüğümde kız üstünü giymeyi bile akıl edememişti. Bıraktığım gibiydi. eminim ki kılını bile kıpırdatamamıştı.
- çömez bir hatun - check
- o hatunu korkutacak koz - check
- süreci doğru yönetirsen herkes için (öncelikle ben tabi ki) kazan-kazan olması - check
- iş üstünde basılma riski (çok düşük) - check
ilk checklistimi zihnimde gözden geçirirken yüzümde şeytanca bir gülümseme belirmişti. Daha doğrusu bunu farketmemiştim. ilknur un gülümsememden korkarak çarşafın altında büzülmesi ile olmayacak zamanda gülümsemenin bağırmaktan daha korkunç olabileceğini öğreniyordum.
ilknur a yaşının daha küçük olduğu, cinsellik için erken olduğu, ailelerin bunu duyması sonucunda kötü olaylar yaşanabileceği vb. konularda nasihat verebilirdim. Bunu yapmak yerine hayatımın ilk ters ilişki deneyimini yaşamayı tercih ettim. Benim için zevk olan tecrübe ilknur için acı doluydu. Aynı olaya farklı gözlerden bakıldığında sonuçlar da farklı oluyordu. Hayat çok tuhaftı.
Lisedeki kalan 1.5 senede zaman zaman ilknur ile birlikte oldum. Artık nuri ile kaçamak yapmalarına da bir şey demiyordum. ilknur hem nur iyi hem beni idare ediyordu ama hiç de pişman değildi. Ben de aynı şekilde kardeşine destek olan, sırrını tutan "kral ağbi" rolü ile "kayan ağbi" rolleri arasında gidip gelmekten sapıkça bir zevk alıyordum. Bu durum lise bitene kadar devam etti.
Zamanla ilknur boy attı ve kilo verdi. Gerçi tombul bir kızken bile iyi iş görüyordu. Bu süreçte ağzını, dilini ve ellerini öyle bir kullanmayı öğrenmişti ki o zamandan bu zamana bu kadar iştahlı oral seks yaşamamıştım. Bu da bir dersti. Beklenmedik insanlardan sürpriz faydalar sağlayabilirsin. Elinden koz varsa çirkin/güzel demeden kullan. Hem ben adil bir adamdım. Çirkin diye ayrımcılık yapamazdım.
Ortalama bir şehirde ortalama bir üniversiteyi kazanmıştım. Aslında kız arkadaşlarım da vardı. Kızları elde etmeyi de öğrenmiştim. Strateji kurabiliyordum. Bazen yaklaşıp bazen uzaklaşıyor, tuhaf hallerimle onları mutsuzluğa itiyor, sonra şefkatli sevgili rolünü oynuyordum. Birisiyle beraberken en güzel şey başka bir kızın peşinden koşmaktı. mevcuttakine yakalanacağım elde etmek istediğime çaktıracağım korkusu, yenisini elde edip edemeyeceğimin belirsiz olması tuhaf bir zevk veriyordu. Eski kız arkadaşlarımda deneme yanılma yöntemiyle edindiğim taktikler işe yaramadıkça her kıza aynı taktik yapılmayacağını kızın karakterine göre taktikleri rötuşlamam gerektiğini de öğrenmiştim.
Bir gün proje ödevi ile ilgili hocaya bir şey sormaya gidiyordum ki aralık kapıdan enteresan bir konuşmaya şahit oldum. Hocanın sesiydi "sen kariyerini yakmak mı istiyorsun nuran? işsiz kalındığında iş bulmak ne kadar zor biliyor musun? Sana bir şey olursa annen ve kardeşine kim bakacak? Hadi yüksek lisans tezinde intihal yaptın bir şey demedik. Seni koruduk kolladık. Mutlu ettik. Sen de canımız istediğinde bizi mutlu edeceksin."
"Vay amk. Hocaya bak. Asistanın pompacısı olmuş" diye düşündüm. Tıpkı yıllar önce babamın gözünün içine baktığım gibi gözlerinin içine dik dik bakmak istedim. Kapıyı bile vurmadan içeri girdim.
işte bu anı çok seviyorum. Panik, korku, konuşulanların duyulmadığına dair umut, şüphe, evham, iyi görünme çabası, mahzunluk çaresizlik yok yok anasını satayım. Tabi bunların hepsi nuran'dan okunanlardı. Hoca nispeten daha rahattı. Gözlerinden okunulduğu kadarıyla ne duyduğumu anlamaya çalışıyor, duymuş olsam bile sonuçlarını / sonraki adımları / nasıl inkar edeceğini hesaplıyordu.
Hoca atarlandı. "nasıl öğrencisin sen. Kapı çalınmadan hocanın odasına girilir mi? bir şey konuşuyoruz duymadın mı?" Fırçayla karışık olta atıyordu. "duydum hocam duydum. Hatta duymam gerekenden fazlasını duydum. Yürüyün nuran hocam daha fazla burada durmayalım" dedim. Bir ipte cambazlık yapıyorsanız tek dostunuz kendinize olan güveninizdir. Hoca kalakaldı. Asistan Nuran kuzu kuzu beni takip etti. Daha sonra söylediğine göre gözlerimdeki ifadeden korkmuştu. Okuldan çıkıp yürüdük. Yalnız kalacağımız bir yerde konuşmak istiyorduk. Bir parkta durduk. Nuran hoca gözleri dolu dolu anlatıyordu. Yüksek lisans tezi sırasında Turgay hoca danışman hocasıymış. Araları o dönem iyiymiş hatta hoca ev ziyaretine gelip annesi ile tanışmış. Yüksek lisans tezini hoca vermiş ve son kontrolü o yapmış. sonra tez savunması başarılı geçmiş. Nuran hoca doktoraya başlayarak asistanlığa devam etmiş. 1 yıl sonra yüksek lisans tezinde bir konuya bakarken alıntı yaptığı halde kaynak belirtmediğini anlamış. Nasıl düzeltebiliriz şeklinde danışmak amacıyla turgay hocaya gitmiş. Turgay hoca "bu artık yayınlandı ve bir kopyası yök'te. aman kimse duymasın yoksa intihal nedeniyle akademik kariyerin biter" demiş. Kendi ellerimle kendimi yaktım diye devam etti nuran hoca. Bu olaydan sonra turgay hocanın kendisine olur olmaz işler yaptırdığını, üzerindeki baskıyı artırdığını, zamanla tacize başladığını, en son da birlikte olmaya zorladığını anlattı. "Biliyor musun onunla birlikte olduğumda ben daha bakireydim" dedi. O günden beri kendinden nefret ediyormuş ama ailesine bakmak zorunda olduğundan işini bırakamıyormuş. Son 1 yıldır üniversiteye yakın ev tuttuğunu, bu evde birlikte olduklarını üzerinde her türlü fanteziyi denediğini artık bıktığını ama doktora tezini vermeyi beklediğini sonra başka bir üniversiteye geçeceğini anlattı.
Usulca dinledim. Sonra birkaç soru sorup ayrıntıları aldım. Tuttuğu evin anahtarının bir kopyası olduğunu, genelde Perşembe akşamları 18:30 da buluştuklarını, önce kendisinin eve gittiğini arkasına hocanın geldiğini, hocanın ailesine tezsiz yüksek lisans olduğunu söyleyerek diğer günlerde olduğu gibi saat 22:00 civarı evine gittiğini, hocanın değişik fantezilerinin olduğunu ve kendine lise üniforması giydirdiğini öğrendim.
Bugünden sonra belki korkar seni tekrar aramaz ama ararsa bana haber ver dedim. ilk perşembe aramadığını sevinçle haber verdi bana nuran asistan. Bunu okula yakın bir barda birer bira ile kutladık. ikinci hafta Perşembe günü öğle sonu kantinde otururken nuran yanıma gelmişti. Yüzü düşmüştü. "ben bu beladan kurtulamayacağım. Benim kaderim bu" dedi. Sakin olmasını ve dediklerimi harfiyen uygulamasını söyledim.
Bu sefer hocayla tecavüz fantezisi yapacaklardı.
Nuran'ın "bugün değişik bir şey yapalım. bana zorla sahip olun. Ben direneceğim. bugün de böyle olsun" dediğini yan odadan duymuştum.
Ben Kamera kaydına başladığımda nuran "hocam bu kez son değil mi? yeter artık dayanamıyorum" diyordu. Hoca nuran'ın üzerinde gidip gelirken "ben istediğim kadar devam edecek. Benimsin" diyordu. Nuran'ın yalvarmaları arttıkça hoca kendini rolüne fazla kaptırdı. Gittikçe hoyratlaşıyordu. Nuran'a tokat atıyor, küfür ediyor, ısırıyor nuran'ın acı içindeki çığlıklarının zevk çığlığı olduğunu düşünerek sapık fantezisini iyice abartıyordu.
Hoca işini bitirip sırt üstü yatana kadar kayda devam ettim. Hoca üzerinden kalkana kadar nuran'ın ne halde olduğunu anlamamıştım. Nuran'ın vücudunun bazı kısımlarında morarmalar başlamıştı. Bu görüntü bana bile ağır gelmişti. Daha fazla dayanamadım. Evden dışarı çıktım. Hızlıca hareket ettim. Eve gidip görüntünün bir kopyasını taşınabilir belleğe attım. Cd ye iki kopya aldım. Bir kopyasını zip'leyip şifreli bir şekilde internetteki bir sitede sakladım. Sonra kopya cd lerden birini ve kamerayı alarak hocanın aşk yuvasına geri döndüm.
Apartmanın girişinde oyalanırken düşünüyordum. "kötü biri olmanın okulla, yaşla ya da kariyerle alakası yoktu. Kötü biri olmak kötülük yapmaya fırsat bulmakla alakalıydı. O fırsatın cazibesine takılan herkes 'iyi' olmaktan çıkabilirdi. Belki de tam tersi doğruydu. 'iyi' olan insanlar kötülük yapmaya fırsat bulamayanlardı."
Normal şartlarda hocanın 21:30'a kadar kaldığını öğrenmiştim. Ama bugün performansından memnun kalmış olacak ki her zamankinden bir saat önce apartmanı terk ediyordu. Geri dönebileceğini düşünerek 15 dakika daha bekledim. Bu sürede nuran da dışarı çıkmayınca ben eve yöneldim. Dış kapıyı açıp da içeri girdiğimde dağınık bir oda, gelişigüzel atılmış birkaç tane prezervatif, kan ve sperm izlerinin bulaştığı bir çarşaf ve her ne kadar bakmak istemesem de nuran'ı gördüm.
Sırt üstü yatmıştı, sağ ayağı dümdüz uzanıyordu, sanki ritim tutuyor gibiydi bir sağa bir sola hareket ediyordu. Sol ayağı basenden dize kadar dışa doğru çıkıktı izden kırılarak sağ ayağa doğru yaklaşıyor nedeyse bir üçgen oluşturuyordu. Basenlerinin iç kısımlarına ve kadınlığının den geldiği yerdeki çarşafta açık renk kan izleri vardı. Göbeğinde ve göğüsleri üzerinde terle karışık sperm izleri vardı. Göğüsleri ve boynundaki morluklar bariz belli oluyordu. Yüzü; ağlamaktan, akan makyajından, terden ve spermden ötürü korkunç gözüküyordu. Ayrıca yediği tokatlar nedeniyle göğüslerindeki ve boynundaki kadar olmasa da açık renk bir morarma söz konusuydu. Ağlamaktan kızarmış gözlerini tavana dikmiş kırpmadan bakıyordu. Geldiği mi fark etmedi mi umursamadı mı anlamadım. Yanına gitmek için adım atıyordum ki midemde kaynayan volkanın harekete geçtiğini anladım. Kendimi tuvalete zor attım. Bir süre kustuktan sonra çıktım. Odaya girdiğimde nuran aynı halde duruyordu. Ritim tutuyormuş gibi bir sağ bir sola hareket eden sağ ayağı haricinde kıpırdamıyordu. Yanına gittim. Başını kendime doğru çevirdim. Şokta gibiydi. Bakıyor ama görmüyordu.
Doğrulttum. Koluna girdim. Banyoya götürüp küvete uzanmasını sağladım. Duş başlığından suyu akıtarak su ılıyana kadar bekledim. Sonrasında üzerine su tuttum. bir süre bekledikten sonra küvetin gider kapağını kapadım. Küvet ılık su dolana kadar bekledim. Sabun bezi yardımıyla nuran'ın vücudunu sabunladım. Omuzlarına masaj yaptım. Sanki ılık su gözlerindeki donukluğu da çözmüştü. Şoktan çıkıp kendine geldiğinde kafasını kaldırım yüzüme baktı. Sonra hıçkıra hıçkıra çocuk gibi ağlamaya başladı. "Geçti. geçti. Bir daha yanına yaklaşamayacak" diye teselli ettim. Her an Kırılacak bir dal gibi geldiğinden midir yoksa ateşi körükleyip hocayı iyice azdırmam nedeniyle nuran'ın durumundan kendimi sorumlu tutmamdan mıdır bilinmez gözlerim gözyaşlarımı daha fazla zapt edemedi. Beraberce ağladık.
Sonra kaldırdım onu kapı arkasındaki havlu temiz mi diye umursamadan ona sardım. Nuran'ın da havlunun temizliğini umursadığını sanmıyordum. Yavaşça kuruladım. Bir annenin yavrusuna davrandığı gibi onu incitmemeye çalışıyordum. Nuran'ı banyodan çıkarıp küçük odaya geçirdim çekyatın üstüne yatırdım. içerideki yatak daha rahattı ama nuran'ın yaşadıklarını hatırlayıp şoka girmesi riskini göze alamazdım. Çantasında kremi olup olmadığını sordum. Evet deyince kremi alıp morluklar üzerine sürmeye başladım. Yaptığımın morluklara bir faydası olup olmayacağını bilmiyordum ama nuran için bir şeyler yapmak zorunda hissediyordum ve elimden bir tek bu geliyordu. "Uyu istersen" dedim yanından kalkmaya yeltenirken "gitme" diyerek sarıldı. "yanımda yat" dedi. Yanına uzandım. Banyoda kotum ıslanmıştı. "Kotumu çıkarabilir miyim?" diye sordum. Bir şey demedi. Kotumu ve üzerimdeki gömleği çıkardım üzerimde sadece boxer olduğu halde yanına uzandım. O ise çıplaktı. Sırtı bana dönüktü. Arkadan onu sardım. Tenim tenine değdiğinde küçük bir çocuk gibi iyice sokuldu bana. Elleriyle onu sardığım kolumu tutup, için için ama sarsılarak ağlıyordu.
O gün kendime şaşırdım. Bütün akşam karşımda çıplak bir kadın olmasına rağmen en ufak bir ereksiyon kıpırtısı bile yaşamamıştım. Bu nuran'a acıdığım için mi böyleydi? Yoksa son yıllarda cinsel tecrübemi artırdığım için miydi? Sebebini bilmiyorum . Bu arada "tenin ilaçtır" sözünün ne derece doğru olduğunu anladım. Sabah ben günahlarımdan, Nuran da kötü anılarından kurtulmuş şekilde uyanmıştık.
Gözümü açtığımda bana gülümserken buldum onu. Ben de gülümsedim. "sen çok iyi bir insansın" dedi. "ben sandığından çok daha kötü bir insanım" diye karşılık verdim. "inanmam" dedi. Bunu öyle bir imanla söylemişti ki ben bile bir an acaba iyi bir insan mıyım diye düşündüm. "Madem gaza getirdin dur sana bi kahvaltı hazırlayayım" diyerek ayağa kalktım. Ayağa kalkıp da hadi sen de kalk der gibi elimi uzattığımda yatakta çıplak bir kadın olduğu hatırladım. Utandım başımı başka yere çevirdim. Akşamdan çıkardığım gömleğim vardı onu uzattım. Giyindi. Süper mini bir eteğin kapatacağı kadar kapatmıştı bacaklarını. üstten iki düğmeyi açık bıraktı. Dönüp baktığımda çok seksi geldi bu hali. "Ulan gerizekalı biraz önce yanında çıplaktı o zaman göğüslerin tamamına bakmadın da şimdi bir kısmını görüp etkileniyorsun" dedim kendi kendime. Elele tutuşarak holden mutfağa doğru yürüyorduk ki dün geceki olayın yaşandığı yatak odası önünde kala kaldığını gördüm. Yavaşça kapıyı kapattım "unut bu odayı, bugün bitecek" dedim. Mutfağa geçtik bir sandalyeye oturttum onu. Buzdolabına baktım tamtakırdı. Tekrar odaya döndüm kotu giydim. Üzerime alacak bir şey var mı diye bakındım ama yoktu. Mutfağa döndüm. "bakkala gideceğim de gömleği..." diyebildim. "beni soymak mı istiyorsun?" dedi. "yok ben şey bakkala çıplak gitmeyim..." diye saçmalarken çok aptalca göründüğümü nuran'ın da bana güldüğünü fark ettim. Ayağa kalktı gözlerini gözlerimden ayırmadan tek tek gömleğin düğmelerini açtı. Gömleği bana uzatırken kızardığımı hissediyordum. "hemen geliyorum" dedim. Bunu derken sonunda yutkunmasaydım iyiydi ya yapmış oldum bi kere. Cebimdeki para 4 yumurta 1 ekmek, 2 üçgen peynir, 1 margarin ve bir kutu poşet çay almaya yetti. Hızlıca yukarı çıktım.
Kapıdan girdikten sonra gömleği çıkardım tahmin ettiğim gibi üzerine bir şey almamıştı. Bu sefer ben gözlerini gözlerinden ayırmadan uzattım gömleği. O da yavaşça giyindi. Oynadığımız oyun ikimizi de keyiflendirmişti. "Biliyor musun? Ben annemle kız kardeşimin yanında bile üzerimi değiştirmem. iç çamaşırlarımla görsünler istemem. Ama senin yanında utanmadığımı fark ettim. Bilmiyorum belki de beni en kötü halimle gördüğün içindir bu belki de sana güvendiğim içindir" dedi. Kendimle gurur duymuştum...
Yumurtaları kızartıp sallama çay ve peynir eşliğinde yaptığımız kahvaltıyı şimdi bile hatırlıyorum. Çanakkale savaşı öncesi üzüm hoşafı ve ekmek yiyen askerler gibi onurlu ve gururlu hissettik kendimizi. Yokluğu paylaşmanın varlığı israf etmekten zevkli olduğu zamanlardandı.
Kahvaltıdan sonra nuran'a sağlık raporu aldık. Hemşirenin morlukların sebebi benmişim gibi beni kesmesi biraz gıcık etmişti ama. Annesine telefon açıp kongreye gideceğini bir hafta olmayacağını söyledi. benim öğrenci evine geçtik. Ev arkadaşıma 1 hafta başkasında kalmasını söyledim.
Sonra okula doğru yürümeye başladım. Adım adım hesaplaşmaya gidiyordum. Birazdan kuracağım cümleleri düşünüyordum. dik dik konuşup aynı şekilde hocanın gözlerinin içine mi bakacaktım? Tehdit mi edecektim? Sinirli mi yoksa şeytanca gülümseyen tavrımı mı takınacaktım? Blöf yapıp kıvranmasını mı seyredecektim? Kurbanına hangi aletle işkence edeceğine karar veremeyen cellat huzursuzluğu yaşıyordum.
Okula geldiğimde direkt odasına çıktım.
Kapıyı vurmadan girdim. Bilgisayar başında oturmuş bir şeylerle uğraşıyordu Yüzüme küçümser bir tavırla baktı. "Şimdi meşgulüm sonra gel" dedi. Elimdeki cd yi yukarı doğru kaldırarak masasına doğru yanaştım. Masanın önündeki sandalyeye kurulurken Cd yi yavaşça masaya bıraktım. "Nuran hoca bunu izlemeni istedi" dedim. Nuran'dan bir şey aldığını bilmek merak uyandırmıştı. Kamerada kendini nuran'ın üzerine abanmış halde görünce panikledi. "Sesini kıs" dedim emredici bir şekilde. Panikle sesi kısmaya çalıştı birkaç saniye sonra gerçekleştirdi. Elleri titriyordu. "Nasıl eserinden memnun musun? Kız 1 hafta rapor aldı. Her tarafı morardı" dedim. Bir şeyler söylemek kendini savunmak istiyordu ama yaptıklarını telafi edecek bir söz yoktu. O özür için çırpındıkça sözünü hiç kesmedim. Acı içinde kıvranmasını belli belirsiz bir tebessümle dinledim. Hareketlerimde hocayı sinir ediyor daha fazla paniğe sürüklüyordu. Sıkıldığımda sözünü kestim. "Şimdi sana ne yapman gerektiğini söylüyorum" diyerek başladım. "öncelikle nuran'ı unutacaksın. tez danışmanlığından ayrılacaksın. Senin ayak işlerini yapması için başka bir asistan isteyeceksin. Nuran ile hiçbir şekilde iletişim kurmayacaksın" diye devam ettim. Gözünden yaşlar geliyordu. Ne desem kafa sallıyordu. Uslu bir bobi olmuştu. "Söz ne dersen yapacağım söz. Bir daha rahatsız etmem" diye sayıklıyordu.
"Son olarak yaptıklarının bedeli olarak haftaya cumaya kadar 130 Bin TL hazırla" dedim. "çok para. nasıl bulurum? Biraz indirim yap. Biraz süre ver" şeklinde biri dizi talebini umursamaz bir şekilde dinlemenin hazzını size anlatamam. Hayattaki roller ne kadar kolay değişebiliyordu. Bu olay olmasaydı. Belki de ben sınav kağıdımı 5 puan artırsın diye yalvarıyor olacaktım. "bu parayı yardım olarak vermiyorsun, bu parayla özgürlüğünü satın alıyorsun" dedim. Sonra hocayı çıldırtan bir yavaşlıkla ama kendimden emin bir şekilde doğrularak çıktım ve kapıyı ardımdan çarptım.
işler beklenildiği ve olması gerektiği gibi gitti. hoca dersini almış, harfiyen uyguluyordu. Hoca nuran'ın tez danışmanlığından ayrıldı. Nuran'ı başka bir hocaya asistan yaptılar. 130 Bin TL'yi teslim aldık. 110 Bin TL'si ile Nuran'a üniversiteye yakın mütevazi bir ev aldık. Artık ailesine bakma baskısını daha az hissedecekti. 20 Bin TL'si çeşitli masraflara, bakım ve onarıma ve eşyalara gitti. nuran'ın raporlu olduğu 1 haftalık süreçte başlayan yakınlığımız gittikçe arttı. Adını koymamıştık ama beraber olmaktan mutluyduk. Ben de hayatımda ilk güvenilen ve iyi biri olduğumu hissediyordum. Yaptıklarımla gurur duyuyordum.
Ama bazen Dinsizin hakkından imansız gelir derler ya işte o imansız ben olduğumu hatta Hoca kötüyse kendimin şeytanın ta kendisi olduğum düşünüyordum. Böyle düşündüğüm zamanlarda hocaya hırsımın henüz geçmediğini anladım. Okulda ara ara koridorda karşılaştığımızda, daha doğrusu o beni görsün diye onun karşısına çıktığım zamanlarda onun kanının çekildiğini, yüzünün bembeyaz olduğunu, panikle yolunu değiştirdiğini görmek bana zevk veren küçük oyunum olmuştu. Dönem dönem yaşattığım bu sancılar da beni kesmez olmuştu. Bir gün hocanın yanında lise üniformalı bir kız olduğu halde merdivenlerden indiğini gördüm. Yanına gittim. "Hocam nasılsınız?" dedim "iyiyim" derken tedirgindi. Kıza doğru baktığımı görünce "kızım ayla" diye açıklamak zorunda hissetti. Ayla'nın gözlerinden gözlerimi ayırmadan "hocam çok güzel bir kızınız varmış" dedim. Ayla Kendinden büyük bir erkek tarafından beğenilen liseli kız tepkisi verdi. Hoşuna gitmişti. Hoca ise kızına gülümsememle büyük bir huzursuzluk duydu.
Onun benden huylanması mıydı beni motive eden yoksa yaptığının cezasını almadığına dair adalet inancım mı bilmiyorum ama kesin olarak bildiğim bir şe var ki bu liseli kızı arzulamıştım. Nuran ile sevişirken bile onu düşünür olmuştum. Hatta birinde kendimi çok kaptırmış ve hırçınlaşmıştım ki nuran beni durdurmak zorunda kaldı. Bu dürtü beni kemiriyordu. Hoca yaptıklarının cezasını çekmeliydi. Tanrının gazabı olan ben bu cezayı yaşatmalıydım ona.
Ayla'nın üniforması ile aynı üniformayı kullanan üniversiteye yakın bir lisenin önünde ayla'yı bekliyordum. Bir süre sonra arkadaşlarının yanında onu gördüm. Okuldan çıkmış üç kız yürüyorlardı. Yaklaşıp selamlaştım. Ayla'da beni gördüğüne sevinmişti. Bir süre beraber yürüdükten sonra ayla'nın yanındaki iki kızın bizden ayrılmasıyla daha derin daha eğlenceli bir sohbete daldık ayla ile. Sonrasına ayla ile telefonlarımızı birbirimize verdik ve evlerinin önünde ayrıldık. Ayla'ya babasına (turgay hoca) selamımı iletmesini söyledim. Kızıyla ilgilendiğimi bilmesini ve başına geleceklerden korkmasını istiyordum.
Ertesi gün dersteyken bir öğrenci beni turgay hocanın çağırdığını söyledi. kapısını çalmadan lakayt bir şekilde odasına giriyordum ki benim yakamdan tuttuğu gibi duvara yapıştırdı. Kapıyı kilitledi ve konuştu "bana bak. Ben iyi bir insan değilim. Yaptıklarımdan pişmanım ve cezamı çekiyorum. Elinde koz var bana ne istersen yapabilirsin. Ama kızımdan uzak dur. Yoksa yemin ediyorum. Yaşatmam seni".
Bu konuşmadan farklı bir şey öğrenmiştim. Mutlak iyi ya da mutlak kötü diye bir şey yoktu. insanlar bazı insanlara kötülük yaparken diğerlerine karşı şefkatli ya da fedakar olabilirlerdi.
yine de hocaya olan hıncım geçmemişti. Hoca yine yerini bilmemişti. Ona bir ders gerekiyordu. Ömrü hayatınca unutamayacağı bir ders...
birkaç hafta sonrasıydı. Kızın bedenine uygun bir iç çamaşırı aldım. Tam da noktasına birkaç damla kan damlattım. Akşam tezsiz yüksek lisans dersinin bitmesine yakın bir zamanda (21:30 civarı) bir poşet içinde paket yaparak hocanın kapısına astım. Hoca dersten çıktığında bir alt katın merdiven boşluğundan onun odasını kesiyordum. Hoca hediyemi gördü alarak odasına geçti, kapıyı kapattı. Birkaç saniye sonra "hayııııırrrrrrrrrrr" şeklinde çığlığını duydum. Benim için operasyon tamamlanmıştı. Zevkten dört köşe bir şekilde okuldan dışarı çıktım. Fakülteden ana caddeye çıkana kadar yürümem gereken birkaç yüz metrelik yol vardı. Ağaçlarla çevrili ve bu saatte yer yer karanlık olan yolda hilal olan ayın ışığında keyifli bir şekilde yürüyordum. "seeeennnnn" diye bir haykırış duydum dönmemle soğuk metalin karnımdan içeri doğru süzüldüğünü hissetmem bir oldu.
Hiç bıçaklandınız mı bilmiyorum ama bıçak derinizi ilk kestiği anda bir acı hissedersiniz. Bu acıyla kasılırsınız bıçak vücudunuzdan içeri doğru ilerledikçe farklı bir acı hissetmezsiniz. Çünkü olan biteni algılayamamış anlamdıramamışsınızdır. Birkaç saniye sonra kesilen iç organlardaki kan dışarı çıktığında ve iç organlarınız doğrudan hava ile temas ettiğinde yanmayı duyarsınız. Bıçak sokulduğu yerden çıkarıldığında sanki etiniz tırnağınızdan ayrılıyordur.
işte bu kadar! birkaç dakikalık kan kaybım sırasında hayatıma dair gözümün önüne gelenler bunlar. Pek de matah bir hayatım olmamış. Kan kaybımı durdurmam lazım ama elimizi üzerime koydum. T-shirt ümü kesilen yere doğru tampon yapmaya çalıştım ama nafile.
Bugün yeni bir ders almıştım. kapana kısılan kediyi yeterince sıkıştırırsan seni tırmalardı. Tırmalamıştı pezevenk ama ne tırmalama delmişti beni orospu çocuğu. Hem de kantincinin ekmek bıçağı ile delmişti. "madem kediyi iyice sıkıştırdın arkanı niye dönüp gidersin be adam! bu da bana ders olsun" dedim kendi kendime. Sonra dediğimin saçmalığına bakarak güldüm. bu son gülüşüm müydü acaba?
Kan kaybım arttı. Ayaklarım uyuştu. Üşüyorum. parmak uçlarım soğumaya başladı. Ölüm ürperterek geliyormuş. Şimdi şehadet mi getirsem acaba? Hıh kimi kandırıyorum? Yıllardır alnım secdeye değmedi. Bulduğum her fırsatta her türlü piçliği yaptım. Allah'ım canımı al n'olur. al canımı. Yoksa sen de biliyorsun. Yaşarsam sikeceğim o kızı...