"herşeyi, hep, geciktiririz-sonra,
düşünmüş ama yapmamış olduğumuz bir sürü şeyin
yükü, birden, aniden, tek bir günde, gelir,
yüklenir omuzlarımıza.
çok iyi bildiğimiz yanlarımızı gerçekleştirmeğe
girişmemiz de, yıllar alabilir -herşeyi
geciktirir, erteleriz ya işte...
hiçbir şey olmuyormuş gibi, önemsiz şeylermiş gibi,
öyle şeyler yaparız ki, 'doğal', 'olağan'
yaşamımızın tam karşıtı; onu yıkan -yeniden,
başka türlü, başka bir biçimde kurulmasını
gerektiren -şeylerdir bunlar...
neyi ne kadar zamanda yapabileceğimiz konusunda
temel bir yanılgımız vardır: hep daha hızlı
hesaplarız yapabileceklerimizi -hep de daha
yavaş yaparız, yapabileceklerimizi...
hiçbir şey yapamıyorsak,
poz yaparız...
ne küçük, ve ne büyük; ne kolay, ve ne zor;
ufacık ve kocaman kararlara bağlı özgürlüğümüzdür-
ne 'sıradan' birşey, ne de 'ulu' bir şey; işte,
öyle birşey: biz, bizim birşeyimiz, bizim
özgürlüğümüz -bu, işte...
bize iyice derinden dokunan gerçekleri,
laf aralarından ve dolandırarak dışa vururuz.
ne çok da dolambaç gereksiyoruz,
ilişkilerimizle başedebilmek için!
gerçeklerimiz bile dolambaçlıdır zaten.
dolanıp dururuz gerçeklerimizin çevresinde
- onlara hiç ulaşmadan, dokunamadan..."