evet, bir pazar günü yaşanmıştır. öyle uzak bir zaman diliminde değil, geçtiğimiz pazar herkesin bildiği yer olan metrobüste yaşanmıştır, evet metrobüsler, istanbul'un geçici çözümü olan, boş yer bulmak için kanlı savaşların verildiği, ufacık teyzelerin kapıyı kaplayarak bindiği metrobüsler, bizim insanlık ayıbımız, yokuşları çıkamayan, her gün muhakkak arıza yapmış dörtlüleri yakarak yolda bekleyen metrobüsler, yer bulup oturan gençlerin hemen hemen hepsinin kulağında kulaklıklar, camlara yaslanmış kafaları, uyuma numarası yapılan nadide yerler, metrobüs bizim ülkemizin acı gerçeği. tabi eleştiri yaparken onun bize sağladığı faydaları göz ardı edemeyiz. o lanet istanbul trafiğinde bazen pencereden durmakta olan arabaların izlersiniz ya, işte o zaman şükredersiniz. neyse bu kadar açıklamanın ardından yaşadığım hadiseyi anlatayım sizlere;
şirinevlerden metrobüse binmek için, metrobüs köprüsünde ve metrobüste boş yer bulmak için beklenen 30 dakikanın ardından güç bela bir metrobüste yer bulabilecektim. aynen şöyle bir kalabalık düşünün;
yanımda beyaz tenli kumral saçlı bir kız duruyordu. ilginçtir kulağında kulaklık yoktu. tam önümüzde sıralı bir şekilde üç tane teyze vardı. neyse metrobüs yanaştı, teyzeler zaten büyük bir hışımla kendini metrobüse atmadılar, direk metrobüsle bütünleştirler. ben kırk dakikanın vermiş olduğu sinirle, ben bu metrobüse binecem dedim, kararlıydım, bunun için çok yazılar, taktikler okumuştum, benimde içimde o teyzelerin ruhu vardı, inancım sonsuzdu; lakin korkunç bir kalabalık vardı. metrobüsün kapısı tam 4 kere kapanmakla, kapanmamak arasında kaldı. teyzelerin ı bakışını hiç unutamıyorum. bana bu metrobüse binemeyeceksin diye bakıyorlardı resmen. 3 ü de gülüyordu, tam kapının ağzına sıralanmışlardı. yüzlerde aynı şu ifade;
ve o an yemin ettim. ben bu metrobüse binecektim. kendimi bir atışım vardı o kapıdan içeriye, hala hatırladıkça gülmekten yarılırım. neyse içeri girdim, direk teyzelere arka mı döndüm, önümü dönsem daha iyi miydi. :)
her şey iyiydi hoştu; ama içim cız ediyordu, beyaz tenli kızın yüzünü gördüm, o kadar tatlı ve güzel bakıyordu ki, resmen beni de al yanına diyordu, nolur bensiz gitme der gibi bir bakışı vardı; ama nasıl alacaktım, bir insanı almayı bırakın, vücudumun yarısı bile dışarıda kalmıştı benim. bu hikaye böyle olmamalı dedim, yardım etmeliyim (tabi arkadan ben bindiğim için homurtuları kesilmeyen yaşlı teyzelerin sesleri vardı). ona baktım, önümden küçük bir alan oluşturmaya başladım, hiç utanmadan, evet hiç utanmadan k.çımla teyzeleri ittirmeye başladım. evet, evet bunu yaptım, utanıyorum ama yaptım... çünkü o lanet olası orta alan nedense hep boştur ! bir türlü anlayamadığım boşluktur. kapı ağızları dopdolu, kimse oraya gitmek istemez. neyse önümde küçücük bir alan açtım. kıza döndüm ve, gelin isterseniz dedi; direk atladı önüme, vay arkadaş tamam bu olaylar anlık gelişiyor ama bu kadar da hızlı nasıl gelir bir insanın. kızın göğüsleri göbeğimde, aman yarabbi yapıştık resmen. kapı kapanmaya başladı yine, 5. denemesiydi, artık kapanmalıydı, bütün gözler bizdeydi. ne yazık ki başaramadık, kumral güzelin kalçası dışarıda kalmıştı ! * daha sonra anlayacaktım o kalçanın nasıl bir şey olduğunu...
bana baktı, olmayacak galiba, ineyim dedi, çok sağ ol dedi. bu arada artık benim kalçam arkadaki kısa boylu teyzenin de göğüslerine yumulmuştu *. o görüntüyü bir düşünün. benim kalçam teyzenin göğüslerde, kumralın göğüsler benim karnımda, iğrenç ve güzel bir an anlayacağınız. :) olmaz dedim, bu böyle olmamalı... biraz daha yer açabilirim dedim, bunu der demez kumral arkasını bana dönerek, kapıdan ellerimle kurtulmaya çalışayım dedi ve başardı, kapı kapanmıştı. ciddi bir sorun vardı ama, o kalça direk önümdeydi ve inanır mısınız, gram kımıldayacak yer yok. ne yapacağımı bilemiyordum, inanılmaz bir andı, teyzeyi düşünmemeye çalıştım, önüme bakmalıydım, hayatta her zaman önümüze bakmalıydık. :)
metrobüs ağır ağır kalkmaya başlamıştı, ne yazık ki tek kalkan metrobüs değildi. rezil olmak üzereydim. aman yarabbi, erkektim ama sonuçta, yapabileceğim gerçekten bir şey yoktu. acı dolu, kötü anılarımı aklıma getirmeye çalışıyordum, inmeliydi lanet olası, en azından burada olamazdı, olmamalıydı... hayır elimle de düzeltip, göbeğime yatıramıyordum **. vücudunuzun tek bir uzvunu bile oynatamadığınız bir kalabalık düşünün. şöyle bir kalabalık, yalanım varsa çüküm kalkmasın;
işin ilginci bir de o kadar yavaş ilerliyordu ki metrobüsler, iki durak arası en fazla 3-4 dakika olan mesafe 7-8 dakikaya çıkmıştı, uzun bir kuyruk vardı. tam o sırada final sahne gerçekleşti işte; ** :) telefonum çalmaya başladı. sağ cebimdeki telefonum çalmaya başladı ! kumralın tam sağ kalçasını deli gibi titretiyordu, susmuyordu da, kafasını az bir şey çevirdi kumral, anlamıştı; ama telefonu anlamıştı ! kusura bakmayın dedim, yok önemli değil dedi. hafifçe güldü; ama ben üzüldüm mına koyim, gerçekten üzüldüm, çünkü beni o an farketmişti. lan sabahtır mal dimdik duruyor sen tut telefonu farket. adama koyuyor aga !
bamya mıyım lan ben !
bu da böyle bir anımdı işte, niye anlattım, neden anlattım inanın hiç bilmiyorum; ama boynum bükük bir şekilde metrobüsten inişimi hiç unutamam. o gün bu gündür metrobüse ya ilk binen ya da en son binen kişi olmaya çalışıyorum, ya cama yaslanıyorum, ya da kapıya yaslıyorum. şevkimi kırdınız !