Yaşanmış olanın bellekte bıraktığı iz. Edebiyatta, bir kimsenin kendi başından geçen ya da tanık olduğu olay ve olguları, gözlemlerine, bilgilerine dayanarak, kimi zaman kişisel duygularını ve düşüncelerini de katarak anlattığı yazı türüne denir. Anıyla otobiyografi (özyaşam öyküsü) arasındaki ayrılık, ikincide, yazarın bakışının kendisine yönelik olması, salt kendinden söz etmesidir. Oysa anı yazılarında amaç, yaşananın anlatılmasıdır. Yalnız sanatçıların değil, toplum yaşamında önemli rol oynamış ya da yaşamı toplumca ilgiyle izlenmiş kişilerin de anılarını yazdıkları görülür (devlet adamları, bilim adamları, sinema ve tiyatro oyuncuları gibi). Çünkü kişi, anılarını yazarken, tanımda da görüldüğü gibi yaşadığını, gördüklerini, tanıdığı kişileri yansıtmak ister. Bu nedenle, sanatsal amaç, anı yazılarında ikinci plandadır. Yalnız, bir anı yazısının kalıcı olabilmesi, gerçekleri yansıtmasına ve yazanın içtenliğine bağlıdır. Türk edebiyatında anı, başlangıçtan bu yana önemli bir yer tutmuştur. Anı türünün Tanzimattan sonra geliştiğini söylemek yanlıştır. Belki Türk edebiyatında, Batı örneği anı kitapları görülmez. Ama bir yazı türü olarak anının nitelikleri ya da kişiyi anılarını yazmaya iten amaçlar göz önüne alınacak olursa, bu yargının temelsizliği anlaşılır. Bir kez Türk edebiyatının ilk yazılı örnekleri sayılan Kültigin ve Bilge Kağan anıtları birer anıdırlar. Babür Şahın Vakayisi (Babürname), Timurun Tüzükatı, Ebülgazi Bahadır Hanın Şecere-i Türkisi de birer anıdırlar. Vakanüvislerin tarihleri de büyük ölçüde anıya dayanır.