aslında bu durumun birçok dışsal faktör nedeniyle oluştuğunu düşünüyorum. metroya bindiğimde o kadar kızarırdım ki, özellikle de sabahları o kalabalıkta millet tutunacak yer bulamazken ben herkesin bana baktığını düşünürdüm. tam binecekken kapı kapanırsa eyvah eyvah... içeri girdiğimde yer yarılsa da içine girsem derdim.
derse biraz geç kaldığımda anfi'deki öğrencilerin bana çevrilen bakışları... anfi'nin en arka sırasına oturmama neden olurdu. zannediyorum ki öğrencilik hayatım boyunca hep en arkalarda oturmama sebep olan duyguydu bu.
yolda yürürken hep önüme bakmamın sebebi de bu olsa gerek. insanlar ellerini kollarını sallaya sallaya gezinirken ben ellerimi cebime koyardım. gözlerimi ise yere dikerdim. sanırsın tüm dünya beni izliyor. daha sonra yüzde meydana gelen kızarmalar, birinin karşısına çıkınca heyecandan nefes nefese kalma, konuşulan kişinin yüzüne bakamama, sürekli dış dünyayı gözlemleme çabası ve kontrol altına alınmak istenen jest ve mimikler. hareketlerin de bir canı olacak ki ben kontrol altına almaya çalıştıkça onlar da bağımsızca hareket etmeye çalışıyor. en son, metro merdivenlerini ikişer ikişer iniyordum istemsizce.
hayatımda hiç kişisel gelişim kitabı okumadım. hiç psikoloğa veya psikiyatriste gitmedim. sosyal fobiyi aslında bir hastalık olarak kabul etmekten öte, bunu herkesin içinde var olan ama bende biraz dozu kaçmış, aşırıya kaçan bir durum olarak algıladım. sosyal fobi! onu nasıl yenebilirimden ziyade onu nasıl içselleştirebilirim diye düşündüm. çünkü çok iyi biliyordum ki bir şeyi doğal karşılarsan o abartı olmaktan çıkar ve kişiyi olumlu yönde etkiler. stres gibi düşünün. az stres iyidir, çok stres zarardır.
bir gün yolda dikkatli bir şekilde yürüyordum. tüm insanlar beni izliyordu sanki.* çizgilere basmadan yürümeye çalışan bir insan değilim ama fobimi yenmek için çizgilere basmadan yürümeye çalıştım, amaç biraz da eğlence olsundu. birkaç adım attım ve yüzüstü düştüm yere. düşmeye ne kadar da hazırlıksız insanoğlu denen yaratık! o kadar önemsediğim toplum(insanlar), kimse benimle ilgilenmiyor, görmüyor! yere yavaş bir şekilde düştüm ama birkaç kişi gelip beni kaldırmalıydı. en azından "bir şeyin yok ya, iyi misin" diye sormalıydı. ama nerdeee? düşmek insana ne kadar da iyi geliyordu bazen. sosyal fobimi yenmemde en önemli dönüm noktasıdır bu olay. anladım ki, kendime aşırı derecede önem veriyormuşum. toplum denen zıkkım o kadar da kaale alınacak şey değilmiş.
şimdi metroya biniyorum. sağa sola boş boş bakıyorum. bazen kitap okuyorum. bazen müzik dinliyorum. arkadaşlarla toplandığımızda olduğum gibi davranıyorum, ne kendimi çok düşünüyorum ne de diğer insanları. hava güzel olunca gideceğim en uzak yere yürüyerek gidiyorum. evde bazen "düşme provaları" yapıyorum.
dışardaki insanlar keşke sizi sizin kadar düşünseydi de sosyal fobiniz olsaydı yeter ki. kızılayda kaç kez kendi halinde ağlayan insan gördüm, kaç kez bayılan insan gördüm. birçoğuna yardımcı olmaya çalışarak insani görevimi yerine getirip vicdanımı rahatlattım. hiç tanımadığım insanların en özel duygularını, en bilinmedik anılarını paylaştım. olaya "insan" nazarından bakıyorum. bu kalabalıklar "yamyam"dan başka bir şey değil. ve ben de ne yazık ki "yamyam"ların bir parçasıyım.
demek ki sosyal fobimizi yenmek için ne yapıyormuşuz? "yere düşüyormuşuz", sonra da "kendimize gülüyormuşuz"*