şövalye

entry39 galeri
    24.
  1. Şövalye 'süvari' demektir. Savaşlarda atların önemi anlaşılınca 'şövalyelik' kurumu doğmuştur. Kim en güzel savaş atına sahip olursa ve savaşa gidebiliyorsa o kişi şövalye olurdu. Bu imkânı olmayanlar şövalye olamazlardı. Kralın dirlik olarak toprak verdiği soylular şövalye idiler. kral savaşa katılma buyruğu verdiğinde şövalyeler atlarına binerek onun ordusuna girerlerdi.
    Şövalyelik tam bir toplum kurumu olarak imparator IV. 'Heinrich' zamanında kesin durumunu aldı, yani 1000 yılından sonra. Bu kurum Almanya ve Fransa'da yüzlerce yıl yaşadı.
    Dükler ve onların yanındaki soylular, büyAyrıca göze çarpmayan delikler vardı ki,ük, sağlam, gururla ovalara bakan şatolar yaptırmaya başladılar. Şatolarda yaşayan derebeyleri kendilerini çok güvende hissederlerdi. Bu şatolar genellikle son derece yüksek ve kenarında ona bağlantı kurmak için başka bir tepe olmayan kocaman kayalıklar üzerine yapılırdı. Oraya sadece bir yandan tırmanılabilirdi ve orada sadece incecik, dar ve sarp bir at yolu bulunurdu.
    Şatonun kapısı önünde genellikle çok geniş ve uzun çukurlar kazılıydı. Bu çukurlara bazen su da doldurulurdu. Çukuru aşmak için bir köprü gerekliydi. Bu köprüde zincirle bağlanmıştı; bu zinciri çekerek çukurun üzerinden kaldırmak ve şatoyu güvenli bir duruma getirmek her zaman mümkündü. Kimsa içeriye giremezdi. Çünkü çukurun şato yanında kalın, sağlam duvarlar vardı. Duvarlarda ok atmak için mazgallar yapılmıştı. Ayrıca göze çarpmayan delikler vardı ki buradan kaleyi kuşatanlar üzerine kaynamış zift dökülürdü. Duvarların üzerinde sivri uçlu yerler vardı. Bunların ardına rahatça gizlenilir ve düşman gözetlenirdi. Bu kalın duvarın arkasında, bir boşluktan sonra ikinci ve hatta bazen üçüncü bir duvarda yapılmış olabilirdi. Ancak bunlar aşıldıktan sonra derebeyinin sarayının avlusuna varılabilirdi. Avludan ilk önce şövalyelerin oturduğu yerden geçilirdi. içinde hep ateş yanan şöminesi ile bir büyük salon da, erkekler kadar sert ve dayanıklı olmayan kadınların istirahati içindi.
    Şövalyelerin oğulları babalarının yerine geçerlerdi.
    Daha yedi yaşındayken, bir şövalyenin oğlu, yaşamı yakından tanıması için komşu ama yabancı bir başka şatoya gönderilirdi.Yabancı şatoda bulunan bu çocuklara soylu oğul veya soylu iç uşağı adı verilirdi. Bu gençler genellikle o şatonun derebeyinin veya oradaki diğer şövalyelerin kadınlarına ve kızlarına hizmet eder; onların eşyalarını taşırlardı. Bazen bu kadınlara öyküler şiirler okurlardı. Çünkü o dönem kadınları soylu bile olsalar genellikle o dönem okuma yazma bilmezlerdi. Ama bu soylu oğulların bir bölümü okuyup yazmayı önceden öğrenmiş olurdu. 14 yaşına gelince bu çocuklar artık delikanlılık çağına yaklaştıklarından, başka şövalyelerin bir çeşit yardımcılığına getirilirlerdi. Artık şatoda ocağın karşısında kadınlarla birlikte oturma işi bitmişti. Bundan sonra yanına verildiği şövalye ile birlikte ata biner, onunla ava ve savaşa giderdi. Bu genç, yardımcısı olduğu şövalyenin kalkanını ve mızrağını taşırdı. Çarpışma sırasında mızrağın ucu parçalanırsa ona hemen yenisini verirdi. Yanında çalıştığ şövalyeye büyük bir bağlılık göstermesi, ona itaat etmesi ve sadakat göstermesi gerekti. Eğer bu şövalye yardımcılığı sırasında cesareti ve itaatini kanıtlamış olursa, 21 yaşına bastığı zaman nihayet şövalyeliğe yükselirdi. Bir gencin bu şekilde şövalyeliğe yükselmesi çok önemli bir olaydı ve güzel bir törenle kutlanırdı. Genç törenden önce bir süre oruç tutarak şato kilisesinde dua etmek zorundaydı. Bu iş bitince rahip kendisine akşam yhemeği sunardı. Sonra zırhını kuşanmış olarak, ama miğfer, kalkan ve kılıcı olmadan iki tanık arasında diz çökerdi. Bu sırada onu şövalyeliğe önermiş olan, yanında çalıştığı şövalye, kılıcının yüzü ile gencin her iki omuzuna ve sırtına birer fiske vurur ve ardından şu dizeleri söylerdi.

    Tanrı'nın ve Meryem'in onuruna
    Hiç gelmeyecek böyle bir darbe daha.
    Cesur, mert ve âdil ol.
    Şövalyelik uşaklıktan iyidir, bilmiş ol.

    Genç bu sözlerdeen sonra doğrulurdu. Bu doğrulma sırasında artık şövalyeliğe yükselmişti. Doğrulması biitince tam anlamıyla şövalye olmuştur. Artık o da başka gençleri şövalyeliğe yükseltme yetkisine sahi,ptir. Artık kalkanının üzerinde kendi armasını taşıyabilecektir. Bu armalar genellikle bir arslan, bir kaplan veya bir çiçek, yahut yaşamı için seçtiği yol gösterici bir söz olabilirdi. Kendisine alkışlar arasında kılıcı ve miğferi verilir, omzuna altın işlemeli bir pelerin konur, koluna da kalkanını takardı. Bunlarla atına biner. Başında tuğlu miğferi ve kolunun altında sağlam mızrağı, zincirli zırhının üzerinde erguvan kırmızısı paltosu ve şimdi kendisine verilen bir şövalye yardımcısı ile birlikte dolaşır ve bu unvanı hakkıyla kazandığını gösteren mağrur bir tören geçidi yapardı.
    Bu şövalye artık normal atlı bir savaşçının da ötesinde bir yere sahiptir. O artık bir tarikatın üyesi olmuş sayılır. Tıpkı bir keşiş gibi. Bir şövalyenin sadece cesur bir süvari olması yetmezdi. Bir keşiş nasıl duası ve hayırlı işleriyle Tanrı'ya hizmet ediyorsa, şövalye de bu Tanrı hizmetini gücü ile yerine getirirdi. O kadınlar, yoksullar, dullar ve yetimler gibi zayıfları ve savunmasız durumda olanları korumalıydı. Kılıcını sadece hak uğrunda çekmeli ve her hareketi ile Tanrı'ya hizmet ettiğini göstermelidir. Derebeyi onun komutanı, bir çeşit efendisidir. Ona kayıtsız şartsız itaatle yükümlüdür.
    Onun için: Her şeyi göze almalıdır.
    Kaba ve terbiyesiz davranamayacağı gibi, tembel ve züppe de olmayacaktır.
    Savaş sırasında hiçbir düşmana iki kişi olarak saldırmayacak, ve teke tek dövüşecektir.
    Yendiği düşmanına aşağılayıcı davranışlarda bulunmayacaktır.
    Günümüzde böyle davranabilen insanlara ''Şövalye gibi'' veya ''Şövalye ruhlu'' denilir.

    Alıntı..
    1 ...