yazacaklarım mahallesini kaybeden herkesin hissettiği şeyler, herkes çokça dile getiriyor ama demek ki dile getirmek bir zorunluluk vya bir dert dökme, rahatlama.
ekmeğini kazanmak zorunda olan herkes gibi kısmetimizi aramaya başladık iyi kötü bulduk ama hepsi bu mahalle dışındaydı, istanbul çağlayan dışında yani.
ekmek kazanma hırsıyla bir çıktık bir daha dönmedik, gibi bişey. arada geçerken bakardık falan. uuu dolmuş buralar diye tepkilerimiz olurdu.
sonra yıllar geçti. insan rahatlayınca geçmişi daha çok düşünüyor işte o düşünceler arasında çağlayanlı olduğumuz aklıma geldi. çağlayanlı dedim ya boş laf değildir bu. eskiden hakikaten bir raconu, bir ağırlığı vardı.
neyse gittik.
metrobüsten indi bu deli gönül. ünlü adalet sarayının yanından, o koskoca ağaçsız meydandan geçerken ortaokulumun adalet sarayı için yıkıldığını yeniden hatırladım. 50. yıl çağlayan lisesi faraza sı, ki bu adam 3 dil bilen bir Yugoslav göçmeniydi, Mollaoğlu ki bu da şiirleri olan, 1001. gece şiirini ilk duyduğum edebiyatı özümsemiş bir hocaydı 50 yıl çağlayan lisesi ile beraber başka yerlere göçmüşler.
sağa sola kafa sallayıp vay be dedim. vay be.
neyse hiç değilse az ilerideki ilk okuduğum okulu görürüm bakarım falan diye düşünürken ilerledim ve afalladım, köyden ilk kez şehre gelen adam misali şaşkınlık geçirdim. lan okul neredeydi. az ileride mi yok ya orada eski hemşire okulu şimdiki florance n,gihtrjsnigel hastanesi var. okul soldaydı ama orada kocaman bi inşaat var. yok yeminle çözemedim. nasıl çözeyim bir tane tanıdığım bina yok. bir tane kerteriz noktam kalmamış. yaşamadıysanız bilemezsiniz acaip bir duygu. yapacağınız tek şey şaşırmak.
o anda bankta oturan bi kaç amca vardı. onlara sordum "yıktılar yenisini yapıyorlar" dediler. bi vay be daha çektim içimden. vay be.
e yıkacaklar tabi. ben yıllarca sonra gelip göreyim diye eski binayı tutacak halleri yok ama bizimki de can yani. benden bişeyleri de yıkıyorsunuz ama.
bulamayacağımı bile bile arka bahçeye gittim. akşama kadar top oynayıp, önündeki evin dışa açılan kömürlüğünde define arayıp, korsancılık oynadığımız, arka bahçeye. arka bahçe olmuş koca bir işhanı, Allahtan biraz acımışlarda arka bahçenin bir kısmını pasaj yapmışlar. vatan caddesi nden hemen diğer caddeye geçiyorsun. ne kolaylık biz o caddeye geçebilmek için 3 metrelik bir duvarın üzerinden atlardık ki bunu herkes yapamazdı. yapanlar ayrı bir başarı kazanmış olarak görülür, havaları olurdu.
neyse arka bahçeye doğru giderken petek pastahanesi nin tabelasını görmüştüm o sevindirici oldu ve kuruyemiş tabağındaki badem gibi en sona bıraktım, oraya gitmeyi. pastane dediysek bakmayın ünlü olmamasına, adamlar 1963 te açmış, 50 sene 50. kaç tane esnaf var 50 seneden beri aynı işi yapan.
girdim pastaneye dedimki oradaki çalışana, ben eski çağlayanlıyım hamburgerin, tostun, spanglen aynı mı değişti mi, yemeye geldim. * hiç istifini bozmadan "aynı" dedi. bu kadar sadece, aynı.
ilk anda la insan biraz sevinmez mi dedim, içimden, "bak adam yıllar sonra bizim sattıklarımızı yemeye gelmiş diye sevinmez mi" dedim. sonra lan dedim bu işte, bu. adamlar değişmemiş ki, helal olsun. eskiden de böylelerdi, fazla güleryüzlü olmazlar, ciddi gözükürlerdi. e aynı işte daha ne istiyorsun. helal olsun dedim.
dedim usta, bana 1 hamburger, bi kaşarlı, bi sucuklu, bi de ayran. aynılarından 5 er tane de paket yap uzağa gidecek.
geldi istediklerim. arkadaş aynı lezzet bravo. biraz hamburgerin köftesi incelmiş, bir de içine koydukları salça sosu az biraz değişmiş gerisi aynı. yani hamburger ekmeği tam bastırılmış, tost makinasında. köfte bol acılı, yerken salça sosu kesin damlıyor. yaf az buz bişey değil. istanbul un ilk hamburlerinden biridir, kesin.
o zamanlar tostu, hamburgeri ya maçka, Nişantaşı civarında ya da taksim de bulurdunuz. lükstü bi yerde. lükslüğü fiyatından değil,herkesin bilmemesinden kaynaklanırdı.
şimdi bi hırsla entrye daldım yazdım yazdım. içim rahatlar gibi oldu. aslında devam etmek isterim, güven lokantası nı, kaldırıma sandalye atan esnaf kahvesini daha binlerce kaybolan değeri anlatayım isterim ama karnım açıktı. belki devam ederim.