fakir kadını özgürlüğüne kavuşturmak

entry1 galeri
    1.
  1. bir insanın tadabileceği en güzel duygudur.

    selamlar efendim;

    ben rich man.

    kestim, akıttım.
    yine...
    damarlarında akan o kirli
    fakir kanı.
    içimde senden kalan o yalanları,
    kestim akıttım
    yine...

    intellectuel menu peuple...
    başıma sonunda bunlarda gelmişti, of yüce tanrım...

    ısınmak için poundlarımı attığım fakir şöminemde o varoş kadından son duymuş olduğum kelimeler bana üzüntü veriyordu. hayır bunları duymayı haketmemiştim. ben tanrı tarafından görevlendirilmiş, yeryüzüne özgürlük getirmek amacını taşıyan bir ölümsüzdüm. yaşım küçük olabilirdi, ama bu kadınlar üzerinde tecrübesiz olduğum anlamını taşımazdı. ama bu aylık geliri 10 bin pound bile olmayan varoş kadın beni red etmişti. bir çaresi bulunmalıydı, bir seri katilin her zaman zeki olması gerekmiyordu. belki de bu yüzden kaybediyordum, belki de karşısında aptal birisini görmek istiyordu. evet efendim, bir kadının kendisinden daha bir zeki adamı kabul etmesi olanak dışıydı.

    şirketimin elamanlarından olan daha doğrusu müdür konumunda çalışan baba yadigarı hayri bey'e bu konuyu açmıştım. her ne kadar müdür konumunda da olsa ona ayda sadece 2000 dolar maaş ödeyerek gece gündüz köpek gibi çalıştırıyordum. aslında bu işi kıvırması dahilinde ona fazladan iki maaş ikramiye de vermeyi düşünsem de uçkuru sıkı olmadığı için bir ay maaş almamayı bile kabul edebilirdi.

    hayri bey saf bir insandı, benim elimdi ayağımdı, sağ kolumdan da öte beynimdi. onun sırtından yüzbinlerce pound paralar kazanır ve aldığı aylık için o sadece şükür ederdi. o aylığına razı olan aç, sefil ve mübarek birisi idi.

    hayri bey her ne kadar baba yagigarıda olsa, küçük yaştan beri yanımızda çalıştığından yaşı 40 civarı idi. babam öldükten sonra küllerimi savurun vasiyetini hayri bey'e vermişti. işte bu adam babamın gözünde benden daha da değerliydi. kafamdan bu düşünceleri hızla silerek hayri bey'e planlarımı anlatmmıştım.

    hayri bey, elde etmek istediğim kadının işletmiş olduğu pastahanesine müşteri kılığında hergün giderek kadına kur yapacak ve kadını kendisine dolayısı ile bana ayarlayacaktı.

    planımıza ertesi gün başladık. her şey istediğmiz gibi gidiyordu, hayır her şey benim istediğim gibi gidiyordu. çünkü patron bendim, hayri bey; benim sadece oyunuma alet ettiğim bir tiyatro oyuncusundan farksızdı. o benim piyonumdu, şah ise bendim. ve ben tanrı tarafından seçilmiş bir şah olarak hiç yenilmemiştim. tanrının özel yaratmış olduğu kulları hiçbir zaman yenilmezdi.

    hayri bey, bu ilik gibi kadını 4 gün gibi kısa bir sürede ayarlamış ve bu azgın kadın, müdürümü evine çağırmıştı. zannedersem hayri bey işi pişirmişti. ertesi gün yanıma geldiğinde gözümün içine bakamıyor, zoraki gülümseme içine giriyordu.

    tamam, şimdi bırakınız bu ayrıntıları diye sert bir çıkış yapmıştım.

    ''dediğim gibi, kadını çiftliğime ne yapıp ne edip getiriyorsunuz.''

    peki efendim diyerek ayrılmıştı yanımdan hayri bey. 10 dakika olmadan hayri bey odama girdi.

    ''tamam efendim, kadın bu akşam çiftliğinizde.''

    hayri bey'in bu işi bu kadar kısa sürede başarmasına şaşırmıştım. kadın hayri bey'in parasına, daha doğrusu benim parama; en mukabili de hayri beyin saflığına ve temiz yürekliliğine aşık olmuştu. ama yanıldığı bir şey vardı.

    ''oyunun kralı bendim ve oyunu ben oynardım.''

    ben yeryüzünün özgürlük savaşçısı idim. fakir varoş kadınların kafalarını vücudlarından ayırarak, onların sonsuza dek özgür olmasını sağlardım.

    silahla öldürmek işime gelmiyordu. çünkü silahla ölüm, aniden olduğu için kadın özgürlüğüne kavuşacağını anlamıyor, aniden can veriyordu. ben özgürlüğe giden yolun daha da uzun olmasını istiyordum.

    akşam 16:00 gibi şirketimden ayrıldıktan sonra hayri bey'e bütün talimatları verdim. hiçbir şeyi belli etmemesi gerekiyordu. aksi halde 6 günlük planım çöpe gidebilirdi.

    cinayet aletini, planını önceden hazırlamaz ortamın oluşmasını beklerdim. çünkü özgürlük, istenildiği zaman elde edilen bir araç değildi.

    hayri bey ile kadın geldiklerinde onların rahat etmesi için şöminemi yakmış, içeceği şarapları, yiyecekleri olan jesmine some bifteklerini önceden hazır ettiğimde kendime güldüm. onların hizmetkarlıklarını yapıyordum, ama hayır ben özgürlüğe hizmetkarlık yapıyordum. zaten onun için değilmiydi yaratılış sebebim. yani ben tanrıya hizmet ediyordum. o halde tanrıya hizmet ettiğim için ters bir durum yoktu.

    çiftliğimden içeri girdiklerinde zifiri karanlık olan arazimi arabanın ışıkları aydınlattığında ne kadar kusursuz bir cinayet planı işlediğimin farkına vardıkça kendimle gurur duyuyordum. çiftliğin daha doğrusu arazimdeki ışıkları bilerek kesmiştim. eminim tanrı da benimle gurur duyuyordu bu yüzden.

    ben yerime saklanmış, fahişe kadının parfüm sesleri ile kafayı bulmuştum. yüce tanrım bu ne hoş kokuydu böyle, tıpkı kurumuş kan lekesi gibi kokuyordu. yemekler hazırlanmış, içkiler yudumlanmaya başlanmıştı bile. hayri bey, lavaboya gitme bahanesi ile izin isteyip masadan kalkmıştı. ne kadar da dakikasına saygılı adamdı şu, ne kusursuz bir adamdı. anlaşmamız üzerine benim 100 metre uzağa park ettiğim arabama atlayıp, aracın ışıklarını açmadan olay yerinden uzaklaşacaktı.

    hayri bey'in gittiğinden emin olduktan sonra gerisi bana kalmıştı. kadının oturduğu sandalyeye usulce sokulup, ensesine iğnemi batırdığımda kadın için artık çok geçti.

    kadını bağladıktan sonra ayılmasını bekledim, daha önceki cinayetimden sakladığım kanlı şarabımı kafaya dikmiş yudumlarken bir çığlık sesi ile ürperdim. avaz avaz bağırıyordu, bağırsındı. burada onu duyacak kimse yoktu. en yakınımızdaki ev 50 km uzağımızda idi çünkü.

    ''neden yaptın bana bunu dedi, neden söyle aşağılık piç kurusu.''
    sakin olunuz efendim diyerek uyardım, lütffen sakin olunuz. sizi kimse duyamaz burada. tanrı bile sizin özgürlüğünüze kavuşmanız için dakikalar sayıyor.

    ''sen kafayı yemişsin, sen ne diyorsun. senin acil kapatılman gerekir.''
    ''efendim, lütfen sakin olunuz.''
    bir sakinleştirici vurarak (bayıltmadan) kendine gelmesini bekledim. sakin medeni iki insan gibi konuşuyorduk.
    ''neden beni red ettiniz.''
    ''çünkü seni sevmedim, çünkü sen aşağılık birisin.''

    off tanrım işte bunu duymamalıydım. özgürlüğünü bağışlayacak olan bir adama, aşağılık birisi diyecek kadar kafayı yemiş bir kadınla konuşuyordum. artık bu oyuna son vermenin zamanı gelmişti.

    ''bana ne yapacaksın.''
    ''efendim sizi özgürlüğünüze kavuşturacağım.''
    ''nasıl.''

    kadını serbest bırakmam dahilinde; hem hayi bey'in başının hem de benim başımın belaya girmesi demekti. bir iş adamının seri katil olarak gazetelerde boy boy çıkmasını kimse kaldıramazdı. onlar tanrının bana vermiş olduğu bu kutsal görevi anlayacak kapasite değillerdi, o kapasitede olsalar tanrı o görevi onlara verirdi.

    kadına ilk başta tecavüz etmeyi düşünmüştüm. ama benim görevimi anlamayacak bir kadınla birlikte olamazdım. böyle bir kadını düşündüğüm için midem bulandı. içtiğim kanı kustum.

    ''bir bardak daha şarap içer misiniz.''

    cebimden çıkarttığım neşteri kadının aort atar damarına denk getirmiş, kanının suratıma fışkırışını izlerken kahkaha üstüne kahkaha atıyordum. her hggggrrr diye ses çıkması, tanrıya edilen bir dua idi.

    kadının başından ayrık bedeni ve bana bakan mutlu gözleri bana bakıyor ve tanrıya bir kere daha dua ediyordu. ve ben bir yandan kahkahalar atarken, diğer yandan tanrının bana vermiş olduğu görevi eksiksiz yerine getirmenin şerefi ile saadet içerisindeydim.

    özgürlüğüne kavuştuğu için...

    bu viran şehirde, bu viran hikaye daha bitmemişti...

    kestim, akıttım.
    yine...
    damarlarında akan o fakir
    fakir kanı.
    içimde senden kalan o yalanları,
    kestim akıttım
    yine...
    0 ...