babasız büyümek

entry83 galeri
    22.
  1. --spoiler--
    bazı akşamlar yüksek tepelerde köpekler uzaktaki karanlık bir ormanı ulur. orman yaratıkları uyanıp çok derinlerden geri seslenir. haykırışları insanların tenine doğru koşar, tüylerini ürpertir. evlerine kapanmış oturanların bazıları bu çağrıya kulak verir ama ormana kadar gitmek yerine kapı önlerine çıkarlar. mantarlar renklenir, parıldar. ne kadar renkliyse o kadar zehirlidir, onlar bile..
    elif’in ailesi de böylece kapı önüne çıkmıştı. teyzesi dışında hepsi çıplak bir masayı çevrelemişti. teyze ise üzerine inen sisle puslanmaya başlamış bahçeye dalmış, oradaki tek ağaca kurulu salıncağa oturmuştu. kendini ileri geri haerket ettirerek sallanmaya çalışıyordu.
    elif korkuyordu bahçeden. hele bu saatlerde… bir kere, ağaçtan korkuyordu. onun o yalnız ve hınçlı halinden, ormandan koparılmışlığından. ağacın kendinde taşıdığı gizli ormandan korkuyordu. kötücül hayvanların her akşam sis çöker çökmez onların evinden çağırdığı beklide bu ağaçtı. sonra bahçe duvarına bitiştirilmiş o tabuttan korkuyordu. kim bilir kim getirip koymuştu onu oraya. pinti dedesi lazım olur diye atmaya kıyamıyordu. birdenbire inen ağır yağmurlardan ağacı şişmiş, kararmıştı. kapağı kaymış, içinin kabuslarından haber veriyordu. bazı gecelerde bu aralıktan kemikli bir el uzanırdı elif’in düşlerine doğru.

    sisin içinde bir görünüp bir kaybolan teyzesine ve tabutun karaltısına bakarken ürperti elif. gözleri annesini aradı. masada yoktu. anneannesi, kalın dudaklarında bir sigara kayıtsızdı. yüzündeki korkuyu fark eden dayısı, birden kavradı elif’in kolunu. duvarlardaki gölgeleri gösterdi. tozlu ampüle çarpıp duran kör böceklerin, sineklerin cinleriydi bunlar. dayısı daha önce de söylemişti bunu. elif biliyordu zaten. ama unutmak isterdi, öyle korkuyordu ki… dayısı bu korkudan memnun gülüyordu.
    teyzesi, ağacın dallarını sarsarak ve teklerini savurarak, arkası ev halkına dönük sallanıyordu. elif sevmiyordu teyzesini. arkası dönük diye memnundu. teyzesi yalnızca böyle arkadan görünüşüyle var olsaydı keşke. yüzü çirkindi, hiç sevilmemiş gibi çirkin… neden insanlar ille de yüzleriyle vardı ki? şimdi böyle dalları çatırdatarak sallanması, eğlenmek için değildi. ağaca acı vermek içindi. çünkü bu evdeki kimse herhangi bir şeye karşı sevgi ya da acıma beslemiyordu. ağaca da işkence ediyorlardı böyle. bir keresinde dedesi ağaca ateş etmişti. gövdesindeki çukur hala tazeydi. karınlarını tutarak gülmüşlerdi. gülmeleri ya da mutlu olmaları daha da korkutuyordu elif’i. o, üçten içe ağacı seviyordu. ancak bunun açığa vurulmaması gereken bir şey olduğunu da biliyordu. dedesinin yanında annesinin elif’i kucağına almasının ayıp olacağı gibi bu da ayıptı.
    annesi elinde çaydanlıkla döndü. elif’e şekerli sıcak su verdi. kimse konuşmuyordu. dayı, elif’i korkutmaktan hevesini almış, kanatlarını kopardığı bir karasinekle oyalanıyordu. salıncakta biteviye sallanan teyze, düşsel bir varlık gibiydi. ağaç gırç gırç diye acıyor, ormanları yardıma çağırıyordu, ama nafile.
    elif, zorlama bir cesaretle dedesine baktı. dedesi, hindilere özgü bönce bir asaletle uzaklara dalmıştı. ne düşünüyordu acaba? çay bardağı giderek dev avcuna gömülürken sürekli susuyordu. elif, birden ailesince o çokça güzellenen duyguyu derinden hissetti: nefret. babası yoktu elif’in. gitmişti . yerini kimse bilmiyordu. epeydir kayıptı. dayısı ve dedesiyle şiddetli bir kavgadan sonra “lanet olsun!” diye bağırarak kaçmıştı. aksayarak koşarken dayısının bıçağından başlayıp bacağına doğru giden bir acıyla kanıyordu.

    arkadaşının yol kenarında bekleyen kamyonetine yüzü çarpılarak, zorla binmişti. elif, ardından koşarken, kamyonetin arkasına yapıştırılmış süs aynalarında kendini görmüştü. kendini geride bırakan kendini. ve bir yanını da o aynalarda babasıyla göndermişti, peşinden koşan elif olarak. işte bu yüzden babası geri gelecekti. zaten kimsesi yoktu. mutlaka dönecekti.
    hava serinledi diye sandalyenin tepesinden alınıp içeri gönderilen çocuk, babasını düşünürken eşyalara dokunuyordu. yastıklara sarılıyor, kırlentleri seviyordu gizlice. döndüğünde, dedesi ne derse desin sarılacaktı babasına. yüzünü anımsamak olanaksızdı. aslında bir fotoğrafı vardı. annesinin ve kucağına elif’i oturtmuş babasının olduğu bir fotoğraf. anneannesi çıkarıp yırtmıştı babası gitikten sonra. şimdi o fotoğraf olsaydı, ona dokunurdu.
    ansızın çalmaya başlayan telefonun sesiyle irkildi. annesi iki adımda terlikleri bırakıp içeri daldı. almacı kaldırdı. “evet benim” dedi. sonra uzun uzun dinledi. gözleri büyüdü, ağzı aralandı. “tamam” dedi en son, bir kağıda bir şeyler yazdı ve telefonu kapattı. içeri uzanan meraklı başlara cevaben, “hasan’ı bulmuşlar” dedi. elif bunu duyunca duramadı. gizlemek istemediği bir sevinçle annesine koştu. bakışlarını yakalamak ve bu güzel haberi korkusuzca, kendini dizginlemeden onunla kutlamak istiyordu. ama annesi durgundu. “bursa’ya gitmemiz gerekiyor” dedi. dede tiksinir gibi, “yarın yarın!” dedi. kimse bir şey söylemedi. bu büyük habere rağmen yine de suskundular. elif cesaret edip te bir şey soramadı ama annesine yanaşıp, “ben de” diyebildi. annesi başıyla olur dedi.
    ertesi gün dayısı, annesi ve elif bursa’ya gittiler. bir çiftlikte küçük bir odaya girdiler. bir yatak, bir masa ve bir sandalyeden başka eşya yoktu. yatağın çarşafı yırtıldığı yerden bir mandalla tutturulmuştu. duvardaki on kadar çiviye üst üste giysiler asılmıştı. polisler vardı etrafta. elif babasını sordu ilk kez. “gitti” dedi polis. sonra çocuğun zihninde biraz daha anlaşılır bir resim çizmek istedi: “ tabuta koydular, götürdüler” dedi. elif ağlamaya başladı.
    annesi, bir poşete doldurulmuş ufak tefek özel eşyayı alırken elif’i işaret ederek polislere bir şey söyledi. biraz sonra hepsi çıktı odadan. annesinin çekiştirmelerine aldırmayarak anahtar deliğinden babasının odasına baktı elif. eşyanın gözüyle onun eşyalarına baktı. babası hakkında neler biliyorlardı kim bilir.
    dönüş yolunda mola verdiklerinde, annesi dayısından gizleyerek bir fotoğraf verdi elif’e. “baban” dedi. çocuk baktı: yatakta gözleri kapalı, ağzı aralanmış bir adamdı. düşmekten korkar gibi örtüleri kavramış elleri gergindi. boynu ve yüzü pençe pençe kızarmıştı. elif, bakarken büyüyüverdi. etrafındaki her şey yeniden anlamlanıp unutuldu sonra. hareket eden otobüs, yeniden yanlarına oturan dayısı, onu kucağında kavrayan annesi, camdan akıp giden dışarısı… her şey elif’i yabancı ve öteki yapıyordu. çocukça bir boyun eğişle, ölmek nedir, anladı. fanilasının altında tenine değen fotoğraf, bir an’ı tekrar tekrar canlandırdı zihninde: kamyonetin arkasındaki küçük aynalarda sarsılarak uzaklaşan kendi yüzünü.
    eve vardıklarında yine akşamdı. orman hayvanlarıyla kaynamaya ve haykırmaya başlamıştı bile. bahçeye sis çökmüştü. elif önce gidip ağaca sarıldı, yarasına dokundu. uzun uzun ağladı. sonra kalkıp tabutun yanına gitti. koynundaki fotoğrafı çıkarıp aralık kapağından içeri baktı.

    --spoiler--

    deli bal- pelin buzluk.
    0 ...