geleneksel islam da şefaat inancı ve gerçekler

entry5 galeri
    4.
  1. (Şahsa cevap değil, ilgili kişilerin çoğunluğuna cevap niteliğinde...)

    Bir takım kimseler, şefaati inkar ederlerken karşımıza bazı ayet-i kerimelerle çıkıyorlar. işin tuhaf tarafı bu adamlar, ayetle yola çıkarken: "Acaba bu hususta tefsir alimleri ne buyurmuşlar?" diye lütfen merak bile etmiyorlar. Arapça bilmelerine güvenerek, yahut sadece meal okuyarak yanlış sonuçlara varıyorlar.

    Her Arapça bilen Kur'an'dan hüküm çıkarabilseydi, bütün Arap çocukları alim olur ve artık ne fakihe, ne müfessire, ne müçtehide lüzum kalmazdı. Kur'an'ı anlamak bir ilim meselesidir. Onu tefsir etmek, kur'an'ın edebi inceliklerini kavrayacak kadar mükemmel bir arapça bilgisi yanında, ayetlerin nüzul sebeplerini, nazil oldukları şartları, makamları, ilgili oldukları tarihî hadiseleri ve daha nice şeyleri bilmeye bağlı. Mesele, sadece basit bir lügat meselesi değil.

    "Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse başkasının yerine bir şey ödeyemez, kimseden şefaat kabul edilmez, hiç kimseden fidye alınmaz, hem onlara yardım da edilmez" (Bakara, 2/48)

    mealindeki ayette, inkarcıların kendilerine şefaat edeceklerini düşündükleri put ve benzeri gayr-ı islami yakınlık bağlarının hiçbir faydasının olamayacağına işaret edilmiştir.

    Allah'ın kızları deyip meleklere tapanlar, Allah'ın oğlu deyip Hz. isa (as) ve Hz. üzeyr (as)'i putlaştıranlar, biz Allah'ın sevgili kullarıyız, onun çocukları gibiyiz diyenlerin hepsine bir nevi cevap verilmiş ve onlara ciddi bir uyarı yapılmıştır.

    Arap müşriklerinde yaygın olan bir kanaate göre, kişinin doğrudan doğruya Rabbinden af dilemesi doğru olamazdı. Bu işe putların aracı olmaları gerekirdi. Yani onlar, putları Allah katında şefaatçi kabul ediyorlardı. işte şefaati reddeden âyetlerden bir kısmı bu bâtıl inancı yıkmak içindir. Bir misal:

    "Yoksa onlar, Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler. De ki, onlar hiçbir şeye güç yetiremez, akıl erdiremez olsalar da mı (onları şefaatçi edineceksiniz)!?.." (Zümer, 39/43)

    Bu ayet-i kerimeler yanında bir çok ayetler de şefaatin hak olduğunu açıkça beyan buyururlar.

    Kulun günahını ancak Allah affedebilir. Ama bu affı, dilediği seçkin kullarının hatırı için yapmakla onların şerefini bütün mahşer ehline ilân eder. Bu manaya en büyük mazhar Resulullah Efendimizdir (a.s.m.). Allah'ın o en sevgili kulu, mahşer meydanında makam-ı mahmud denilen ulvi bir makamda Rabbine secde edecek, yalvarıp yakaracak, Allah'ın kendisine ilham ettiği ve o güne kadar duyulmamış hamd cümleleriyle o'nu tazim edecek ve sonunda kendisine şefaat izni verilecektir. O da (a.s.m.) ancak Rabbinin razı olduğu kimselere şefaat edebilecektir.

    Bu manayı ders veren ayet-i kerimelerden bir kısmı:

    "O'nun huzurunda kendisine izin verdiğinden başkasının şefaati fayda vermez." (Sebe, 34/23)

    "Göklerde nice melek vardır ki, Allah, dilediği ve razı olduğu kimseler için izin vermedikçe onların şefaati hiçbir işe yaramaz." (Necm, 53/26)

    "O gün, ruh (cebrail) ve melekler saf halinde duracaklardır. Rahman'ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar. Konuşan da doğruyu söyler." (Nebe, 78/38)

    "O'nun izni olmadan huzurunda şefaat edecek kimdir!"(Bakara , 2/255)

    ayrıca;

    (bkz: şefaatim ümmetimden büyük günahları olanlaradır)
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük