ortaokula yeni başlamıştım. babamı da o yıl kaybetmiştim. mahallemiz zamanı unuttuğumuz, her yanı ayrı bir yaramazlık mekanı sihirli bir yerdi. tüm çocuklar gibi zamansızdım. deli gibi koşturur eve dönüş saatini hatırlamazdım. ta ki arkadaş annelerinin ağzından çıkan şu cümleyi duyana kadar.
- eve gel hadi. baban geldi. yemek yicez.
dünyamı yıkardı bu cümle, resmen yankılanırdı kulağımda. eksikliğimi yüzüme çarpar, sezercik filmlerinde ki o mahsun çocuğa dönüştürürdü beni.
ba-ban e-ve gel-di.
tıpkı şimdiki gibi isyan eden, sıkıntılarını paylaşan, ağlayarak içini dökebilen bir çocuk değildim. bu mevzu açıldığında yalanı tercih ederdim. çünkü bu daha kolaydı. hiç unutmuyorum birgün öğretmenimiz kainattaki o en iğrenç soruyu bana da sormuştu.
- baban ne iş yapıyor yakbisigara?
+ eee yurtdışında çalışıyor öğretmenim.
yalan ne kadar güzel ve gerekli birşeydi o an için bilemezsiniz. kurtulmuştum işte bu utanç(!) verici durumdan. hatta bu konuyu o kadar abartmıştım ki çocuk yardımı altında verilen bir parayı almaya gelen annemi yalvararak durdurmuştum.
sonra büyüdüm. büyümek bir nevi kabullenmekti. sonrasında 4 yalnız kadın olarak sürdürmek zorunda olduğum hayat, babasızlığımı defalarca yüzüme çarpan onlarca anıyı getirse de çok şey öğretti bana. ve öğrendiklerim aslında benim tek hazinemdi.