the barz

entry194 galeri
    13.
  1. evliliğe ilişkin yazdığı yazı ekte olan yazar.
    bu sefer kurgu değil ama gerçekler.

    Fevkalade olayların iyiliğe vesile olabileceğine yaşamadan inanmazdım.

    Bir haber almış, aldığım haber ile yıkılmıştım. imkanların elverdiği ilk anda acıları paylaşmak üzere gitmiştim. Bilmezdim ki o günün kaderimi değiştireceğini.

    Acılar insanın üstüne çöker. Hatta sadece insanın değil yaşanan evin, eşyaların bile havası ağırlaşır. Bakıldıkça keyif veren fotoğraflar bile gözyaşlarını göz kapaklarının kaldıramayacağı kadar ağırlaştırır. Matem hali eve öyle bir çöker ki matem dolu eve adımınızı attığınızda aldığınız nefes ciğerlerinizi doldurmakta yetersiz kalır.

    Eve adımımı atar atmaz acıyla yıkandığımı hissettim. Ama öyle insanı hafifleten bir yıkanma değildi bu. Sanki su yerine çamur vardı. Ağırlaştım.

    Uzun uzun konuştuk. Konuştukça gözler doldu, boğazlar düğümlendi. Konuştukça ve aynı acının altında ezilerek sustukça teselli bulduk.

    Sonrasında kapı açıldı. içerisi aydınlandı sanki. Odanın havası değişti. Onu gören gözler parladı. Gıyabında tanıyordum ama yıllardır karşılaşmamıştık.

    Kalktım. Selamlaştım. Etkilendim...

    Etkilendiğimi anlamış mıydı? Acaba yüzüne fazla mı uzun baktım? Ellerini gereğinden uzun süre mi sıktım? Odadakiler anlamış mıydı?

    Karşı tarafıma oturdu. Ev halkıyla konuşurken gözlerim ona mı kayıyordu? Peki o bana bakıyor muydu? Onunla konuşmam lazımdı. Ve efsane cümle dudaklarımdan döküldü. "okuyor musun?" hay dilini sikeyim the barz o nasıl soru? Konuşacak başka konu mu bulamadın? Sana ne amk okuyup okumadığından milli eğitim bakanı mısın? Off rolleri değişsek ve bu soru bana sorulmuş olsaydı ne çakardım. Muz orta gibi soru mübarek. Neyse Allahtan "o" benim gibi fırlama çıkmadı. insan gibi cevap verdi. Cevap verdi vermesine ama muhabbet de saman alevi gibi söndü. Tıkandı.

    Zaman geçiyor kalkma vaktim yaklaşıyordu. Bu süreçte fırsat buldukça ve elimden geldiğince kimseye çaktırmadan onu izliyordum. Gözleri miydi beni böyle etkileyen? Kocaman, badem gibi gözleri. Ben ne zamandan beri iri gözlerden etkileniyordum? Hani ben çekik gözleri seviyordum? peki nasıl oluyordu da o kocaman gözler gülünce görünmez oluyordu? Gülmek bu kadar mı yakışırdı? Peki ben açık tenli seviyor muydum? Ya memleketimden kız almak istiyor muydum? Ne zamandır kırmızı ojeleri yakıştırıyordum? Doğru bildiklerim bu kadar kısa zamanda nasıl da alt üst olmuştu? Ben kendimi tanıyor muydum? Saçlarım dağınık mı acaba? Giyimimi beğenmiş midir? offf çok mu daldım düşüncelere? Çok mu koptum ortamdan? Kafamın üzerindeki soru baloncukları gözüküyor mu acaba? Çok mu aptal görünüyordum? Terledim mi ne?

    Nasıl yapmalı da bir daha görmeliydi. Yok yok tesadüflere bırakamazdım. Ve gecenin ikinci sıçışı geldi. abartmadan tasvir edeyim aynı karikatürdeki gibiydi. Hani şu yağlı pilav yeyip salonun ortasına sıçan adam gibiydim: "ben de Çukurova üniversitesinin kütüphanesin gelmeyi düşünüyordum. Üniversiteye uğrayacağım. Uğrarsak görüşürüz." Offff amk bahaneye bak. Kafanı sikeyim demiş miydim the barz? Kız tiksindi mi benden? Neyse ki niyetimi anladı numarasını verdi. Acaba bana acıdığından mı yaptı bunu? Yoksa ben daha fazla rezil olmayayım diye mi?

    Ertesi gün öğle saatiydi. Kutsal toprakların (adana) piyasa yerinde dolaşıyordum. Dayanamadım aradım. Çalıyor.. ilk günden aranır mı lan? Çalıyor... Beni kaydetmedi mi acaba? Çalıyor... Hah açtı. Selam. Selam mı? Selam ne lan new york lu musun? Askerlik arkadaşınla mı konuşuyorsun? Saçma selamlaşmadan sonra konuya girdim. "ben şimdi Gazipaşa dayım (çarşıya yakın piyasa mekan) üniversiteye gidecektim. Sen de orada mısın?" "ben de Gazipaşa'dayım" demez mi? tesadüfün böylesi. Bir cafeye geçtik. Bir şeyler yer misin dedim. Aç değilim dedi. Israr ettim ben de yiyeceğim dedim. Yine de yok dedi. Laf ağzımdan çıkmıştı bir kere sanki 1 saat önce memlekete gitmeden önce ısmarladığım kuru dolmaları yiyen ben değilmişim gibi tavuk dürüm aldım. Ben onu yerken bu sefer "o"ndan soru geldi. Tavla oynar mısın? Bana sordu? Tavla dedi. Güldüm. Başladık oynamaya. Dürüm bitmeden tavla bitmişti. 5-0 da yenilmez ki birader. Hızımı alamamıştım. Oyun bitince kendime geldim. Sanki çabucak bitirince madalya takacaklardı. Ne olurdu sanki biraz yenilip oyunu uzatsaydım. Bir arkadaşı aradı o da erkek arkadaşıyla bize yakın bir cafedeymiş. "Gidelim mi?" dedi. "Tabi ki" dedim cool görünmeye çalışarak. ama içimde fırtınalar kopuyordu. Acaba sıkılmış mıydı benden? Çok mu ukala bulmuştu. Gerçi tavla oynarken bir hayli gülmüştük. Güldükçe sarsılıyordu. Kızarıyordu. Kırmızı da giymişti. Yüzünün rengi kıyafetini andırıyordu. Bu kadar mı içten gülünürdü? Ben hiç böyle gülmüş müydüm acaba?

    Neyse arkadaşlarının olduğu cafe ye vardık. Önce "o" selamlaştı arkadaşları ile sonra oturdu. Sonra ben selamlaştım. Tam oturuyordum ki "vay tha barz beni tanımadın mı?" dedi. "o"nun en yakın kız arkadaşının erkek arkadaşı. Bu sefer dikkatli baktım. Ortaokul arkadaşımdı. Biz tekrar sarıldık. Muhabbete başladık. Kızlar geyik yapıyoruz zannettiler. Şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar. Komik bir tesadüf olmuştu. Muhabbet ilerledikçe "o"nun beni en yakın kız arkadaşına anlattığını, kızın da erkek arkadaşına durumu aksetttirdiğini anladım. Mutlu oldum.

    "o"nunla tesadüfler sonucu başlayan birlikteliğimizde bugün "biz" noktasındayız.

    Gelelim tanımımıza: evlilik "ben"likten "biz"liğe geçmektir. "ben"liğinize çok düşkünseniz evliliğiniz sağlıklı yürümez.
    0 ...