hazin bir gerçektir. bırakın da şöyle bir açıklayayım;
şimdi geçen gün national georaphic channel'da şu anda ismini hatırlayamadığım bir programın konusu paris'in* kanalizasyon sistemi'nin nasıl çalıştığı idi.
kanalizasyon sisteminin yapısı, tarihçesi, acil durumlarda sel ve taşkınlar oluşmaması için ne gibi önlemler alındığı, atık suların arıtılıp zarasız hale getirildikten sonra seine nehri'ne nasıl deşarj edildiği ve şu anda detaylarını hatırlayamadığım bir çok şey anlatılıyordu programda. ayrıca lağım sularının ileri ve biyolojik artıma tesislerinde işlenip nasıl içme suyuna dönüştürüldüğü de anlatılıyordu. fakat öyle bir şey vardı ki özellikle dikkatimi çekti.
paris'e bazen o kadar çok yağmur yağıyormuş ki kanalizasyon taşma noktasına geliyormuş. tabi ki böyle durumlarda da paris'i bok götürmesin diye adamların a, b, c, ç, d, ve hatta e planları bile varmış. Bir de f planları varmış ki bu plan da diğer planlar sıçarsa diye en son çare olarak düşünülmüş. bu çare de kanalizasyon suyunu artımadan direkt olarak seine nehrine deşarj etmekmiş. yüz* yıl önce bu durum* çok fazla tekrarlanıyormuş. işte daha o zamandan atık suların su kaynaklarına arıtılmadan verilmesinin yarattığı çevre tahribatı ve ekonomik zarardan haberdar olan parisli oturmuş durumu çözmek için kafa patlatmış ve sonunda da olay çözülmüş*.
şimdilerde böyle olaylar nadiren yaşanıyormuş paris'te.
pardon. konumuz neydi? evet türkiye'nin cennet olmadığı idi. şimdi soruyorum bay ve bayan cennetlikler; türkiye'de kaç tane ileri veya biyolojik artıma tesisi var ve kaç akarsuyumuz, gölümüz, denizimiz atık suların arıtılmadan deşarj edilmesi sonucu kirletilmiyor? (cevap, bir elin muhtelif parmakları kadar.)
cennette süzme bal ırmakları falan vardı değil mi? ama ben sanmıyorum ki o ırmaklara milletin boku karışıyor olsun.
not: o kanalizasyonda çalışan işçilerin hali de içler acısıydı. ortalama ömürleri elli yıl falanmış bu da madalyonun öteki yüzü.