geri donup bakiyorum da ne cok

entry33 galeri
    ?.
  1. kimse tarafından anlaşılamamak!

    yoksun,
    bağırıyorsun, "buradayım ben" "heeyy, bu tarafa bu tarafa" diye bağırıyorsun ama nafile.
    kimse sana doğru bakmıyor, herkes kendi gailesinde...
    beyler yazar oldum, uzun zamandır okuyorum, takip etmediğim ne bir yazar, oylamadığım ne bir entry kaldı hey! ben de burdayım...

    kimse dinlemiyor, herkes kendi derdinde, kendi başlıklarına bakıyor sözlük evlatları.
    sözlüğün göz bebekleri bakın ben de bir gün sizin gibi yazabilirim, en azından öyle hissediyorum yoksa bunca cesareti bir anda bu bünyeye toplayıp, bu tarz bi delilik yapmam. üye oldum, yıllardır okuduğum sözlükte artık bende yazarım heeyy!

    yok paşa kimse duymuyor bizi, neden bilmem kimse ciddiye almıyor demek. zaman gelir de ben de uzun uzun yazarsam, dili evirir çevirir türkçeyi ilkokulda rahmetli dedemin aldığı pislet gibi çok iyi kullanır da hakkını verirsem acaba beni de sallarlar mı?

    kimse mensimiyor bizi...

    günlerden pazar, banyo günü. kafamdan aşağı maşrapa ile kaynar suyu dökerek tarifi imkansız acılar içine sokmasına tam 5 saat var annemin beni!

    köy hizmetleri lojmanları öğretmen evlerine karşı. takımlar kuruldu. bir kişi eksik...
    sadece iki cengaver kalmış takıma seçilmeyen paşa... yırtıyorum kendimi ceyhun abiye gösterebilmek için. "paşa sen kaleye geç" desin diye ceviz ağacından özene bözene yaptığım sapanımı gözümü kırpmadan veririm, o derece cömertim günün o dakikaları...

    bakıyor bakıyor bakıyor ve 50 kuruşluk daha dondurma hakkı kalan çocuğun son topu; "çilekli mi koydursam, limonlu mu?"ikileminde gözlerini son anda benden kaçırıp çileğe çeviriyor.

    işte o zamanların ilk çilek transferi serhat oluyor bizim mahallede. ben ise limonun ağızda bıraktığı o buruşuk ve ekşi tat ile suratıma yeni bir yol çiziyorum.
    buruşuk, küskün, çokca da üzgün.

    babam yukardan izliyormuş meğer, adamın ilk hayal kırıklığı benle paşa, canım yanıyor. "gene görmezden geldi köftehorlar, ulan ben de bu mahallenin çocuğuyum ki, bu kadar mı kayda değer bulunmuyor yetilerim? vay melekelerime tüküreyim!" diyerek babamla göz göze geliyorum ve eve doğru çıkarken anlıyorum ki hayatta hep silik bir adam olacağım fakat tam da itiraf edemiyorum bunu kendime, ta ki banyo saati gelip çatana kadar...

    eskiden şofbenler yoktu. evlerde banyo sobaları vardı uzun, ince, şimdi ki long kasa mercedeslere takılan brc marka tüplerin depoları gibi.
    hatırlayan hatırlar. altında ateş yakardın, kazanın içinde ki su ısınır da ısınırdı, sonra leğene yada kovaya boşaltırdın, soğuk su ile de harmutlardın *.

    annem de dinlemezdi ki beni hiç selametlik! yahu hiç mi sallanmaz bir insan evladı, bu kadar mı dikkate değer bir yanımız yok. sözümün dinlendiğine bu yaşıma gelene kadar bir kez olsun rastlamadım. yok arkadaş, illa bağırıp çağırmak, asi olmak mı gerek?
    ben hiç asi bir çocuk olamadım, "anne şu suya biraz daha soğuk su koysana" dediğim an kafama maşrapayı yerdim yaşıtlarım gibi. tek farkım onlar ağlarken ben hiç sesimi çıkarmadım bu eziyet akşamlarında.

    yo yoo! annem sıcak saatler programında ki evladını kesip bavula dolduran canilerden değildi, sakın yanlış anlaşılmasın, hiç anlamasan da içten içe beni sevdiğini tahmin ederdim ekseriyetle. en azından kardeşimi severken beni de öpüp koklamışlığı vardı bir kaç kez.
    beni hiç sevmese neden öpsün ki?

    banyoya girilmiyor, içeride ki buhar o kadar yoğun ki, doğu ekspres treni sanki 3 dakika evvel bizim köhne, yerleri seramik, kazanın yanına külleri dökülmüş banyomuzdan geçmiş içerisini beyaza bularcasına....

    "anne" diyorum son bi cesaretle,"bu su sıcak!"

    sallamıyor kadıncağız, pire var, bit var, okulda ki salgın bütün velileri ürkütüyor. bizim evden pire yada bit tarzı bir haşere ile okulda yakalanmak, aile şerefimiz adına iran da asansör kabininde öpüşürken yakalanan bakanın düştüğü rezalet misali. recmedilmeye değer. iyi yıkanmak, iyice kiri pası öldürmek lazım.

    annem biraz abartmış olacak ki, hayatımda canımın hiç o kadar yandığını hatırlamıyorum taaa ki 1997 de dedemi kaybedene kadar.
    hani bazen o kadar büyük bi acı hissedersin ki ağzını açacak mecalin kalmaz. sinirden, çaresizlikten, nefretten donar kalırsın ya, aynı o şekilde kaldım suyu sırtıma yiyince...

    "anne sıcaktı bu su, anlatmaya çalışıyorum neden dinlemiyorsun?"

    dinletemedim, hala daha sırtımda o yanık izi ile dolaşır dururum. annemin ve insanların beni yıllardır dikkate almaması ise daha büyük bir yaradır bende.
    sırtımı göremediğim için o yaranın acısını çok nadir hatırlarım. hatırlatacak hatun insanı da olmadı zaten şimdiye kadar. henüz "paşa sırtında ki yara da ne böyle?" diyecek bir yare sahip olamayan bu yara, hiçbir zaman dikkate alınmamanın açtığı yara yanında hakikaten devenin yanında pire...

    neyse paşalar. ben kendi kendime bi hoşgeldin diyeyim, bakarsınız kayda değer bir şeylerlerimiz vardır bizimde...
    şimdilik iyi geceler...
    14 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük