hiçbir şekilde yetersiz olan bir dil değildir bakın ana dilimiz olduğu için söylemiyorum. bir kere türkçe'nin içinde mantık vardır ingilizce ve almanca'nın dilbilgisine baktığımda bu mantığı göremiyorum ben daha çok gördüğüm şey zamanla oturması gereken istisnaları öğrenmek özellikle almanca için daha çok geçerli bu. bu iki dil istisnalar ile doludur ve sürekli ezberlemeniz gereken şeyler vardır halbuki türkçe öyle mi?
türkçe matematiksel bir dildir mantıklı olmayan pek bir şey yoktur içinde eğer varsa da diğer dillerden girmiştir dilimize.
dilimizle ilgili bu güzel açıklayıcı yazıyı sizde düşünün ve fikirlerinizi gözden geçirin derim.
victor hugo şiirlerini 40.000 kelime ile yazdı.türkçeyi en zengin kullananlardan yaşar kemalin romanları 3.500 kelimeyi geçmez görüşü çok yaygındır. bu görüş haklıdır zira türkçenin fransızcaya oranla daha az sözcük içerdiği doğrudur. ingilizceye, almancaya, ispanyolcaya oranla da daha az sözcük içeriyor olması gerekir. ne var ki bu türkçenin daha yetersiz bir dil olduğu anlamına gelmez! çünkü türkçe az sözcük ile çok şey anlatabilen bir dildir ! daha fazla sözcük içerse bunun kimseye zararı dokunmaz ancak, gereği yoktur.
başka bir dilden türkçeye çeviri yapan herkes sözlüğü açtığında, aralarında minik anlam farkları olan bir çok sözcüğün türkçe karşılığında çoğu zaman aynı kelimeyi okur. bu, ilk bakışta bir eksiklik gibi görünebilir, oysa öyle değildir. çünkü yukarıda adı geçen diller kelimelerin statik olan anlamlarını öğrenmeye, türkçe ise bu anlamları bulup çıkarmaya, yani dinamik anlamlandırmaya dayalıdır. türkçede anlamları sözlükteki tanımlar değil, kelimelerin cümle içindeki konumları belirler. tam bu noktada, türkçenin, referans olmak üzere sadece gerektiği kadarı sözlüklere alınmış, sonsuz sayıda kelime içerdiği bile öne sürülebilir.
ingilizce-türkçe sözlükte sick, ill ve patientın karşısında hep hasta yazar. bu bağlamda ingilizcenin üç kat daha fazla sözcük içerdiği söylenirse bu doğrudur. ancak, aradaki farkların türkçede vurgulanamadığı söylenmeye kalkılırsa bu yanlış olur: doktor falanca beyin hastası olmak, böbrek hastası olmak, internet hastası olmak, filanca şarkının hastası olmak arasındaki farkı türkçe konuşan herkes bir çırpıda anlar.
bunun nasıl olabildiğini görmek zor değildir. bir kalem alıp, alt alta:
3+5=
12+5=
38+5=
yazmak, sonra da bunları toplamak yeterlidir. hepsinde aynı +5¨ yazdığı halde!
sonuçlar farklı çıkıyorsa, türkçede de hepsinde aynı hastası olmak ifadesi geçtiği halde sonuçlar farklı olacaktır. türkçenin az araç ile çok iş yapmasının sırrı matematikte yatar. 0'dan 9'a kadar 10 tane rakam, artı, eksi, çarpı, bölü dört işlem işareti ve bir ondalık ayracı virgül, yani topu topu 15 simge ile sonsuz sayıda işlem yapılabilir. türkçe de benzer özellikler gösterir.
türkçe matematiğe dayalı olmaktan da öte, neredeyse matematiğin kılık değiştirmiş halidir.
türkçedeki herhangi bir fiilin çekiminin ve kelimelerin nasıl çoğul yapılacağının öğrenilmiş olması, henüz varlığı bile bilinmeyen, 5 yıl sonra türkçeye girecek fiillerin nasıl çekileceğinin ve 300 yıl önce unutulmuş kelimelerin çoğullarının ne olduğunun biliyor olması demektir. bu tıpkı birinci dereceden 2 bilinmeyenli bir denklemin nasıl çözüleceği öğrenildiğinde, sadece x=6¨, y=23¨ olan denklemlerin değil, aynı dereceden bütün denklemlerin nasıl çözüleceğinin öğrenilmiş olması gibidir.
oysa sözgelimi ingilizcede go, went olurken do, did olur. çoğul ekleri için de durum aynıdır: foot, feet olurken boot, beet değil boots olur. bunun tutarlı bir iç mantığı yoktur, tek çare böyle olduklarının bellenmesidir.
türkçede ise, statik kelimeleri ezberlemek yerine dinamik kuralları öğrenmek gerekir. türkçede neredeyse istisna bile yoktur. olanlar da ses uyumu gereği alma olması gereken meyve isminin elma biçimine dönmesi gibi birkaç minör istisnadır. kurallar ise neredeyse, bu dili icat edenlerin türk olduğuna inanmayı zorlaştıracak kadar güçlü ve kesindir. bu noktadan sonra, anlatılanları matematik olarak formüle etmek, aradaki ilişkiyi somutlaştırabilmek açısından yararlı olacaktır. bunu yapmanın en kolay yolu ikili sayı sistemini kullanmak olduğu için de yalnızca 0 ve 1'leri kullanmak yeterlidir. izleyen örneklerde [1=var] ve [0=yok] anlamında kullanılmışlardır.
kelime kökü çoğul eki matematik ifade:
ev ..ler .evler
1.0 .0.1 1.1
türkçedeki bütün kelimelerin 2 bit olduğu varsayılabilir (ileride bit sayısı artacak). tekil olan bütün kelimeler 1.0 (kelime kökü var; çoğul eki yok), çoğul olanlar ise 1.1'dir (kelime kökü var; çoğul eki var). bu kural hiç değişmemek bir yana, öylesine güçlüdür ki türkçede başka hiç bir dilde yapılamayacak bir şey yapılıp, olmayan bir kelimenin çoğulu dahi söylenebilir (0.1). birisi karşısındakine sadece ler dediğinde, alacağı tepki: anladık ler de, neler? türünden bir cevap olacaktır. bir şeylerin çoğulunun söylendiği bellidir de, neyin çoğulunun kastedildiği açık değildir.
vurgulama / sıfat kökü zayıflatma matematik ifade
kırmızı
0.1.0
kıp kırmızı
1.1.0
kırmızı msı
0.1.1
kıp kırmızı msı
1.1.1
türkçedeki sıfatların anlamını kuvvetlendirmeye veya zayıflatmaya yarayan bu kural da hiç değişmez. hatta istenirse bu kurala uyan ama hiçbir sözlükte bulunmayan, hem kuvvetlendirilmiş hem de zayıflatılmış garip sıfatlar bile türetilebilir. güneş doğmazdan az önce ufuk kıpkırmızımsı (kıp kırmızı tramvaymsı; [1.1.1]) bir renk aldı dendiğinde, herkes neyin kastedildiğini anlayacaktır. çünkü ayaküstü türetilen bu sıfat, hiçbir sözlükte yer almaz ama, türkçe konuşan herkesin çok iyi bildiği bu kurala uygundur.
fiil çekimlerinde de işler farklı değildir. burada zorunlu olarak kişi için 3, zaman için 2 bitlik gruplar kullanılacak. çoklu bit grupları şunları ifade edecek:
011 = ben
010 = sen
000 = o
111 = biz
110 = siz
100 = onlar
00 = geniş zaman
11 = şimdiki zaman
10 = gelecek zaman
01 = geçmiş zaman
kök kişi matematik ifade
yeterlilik ..oku (y)abil dim ..= 1.1.0.01.0.0.011
olumsuz ..oku (y)a ma z mış sın = 1.1.100.0.1.010
zaman gel me (y)ecek ti .= 1.0.1.10.1.0.000
zaman .git me di k = 1.0.1.01.0.0.111
hikaye .şaşır abil ecek ti niz ..= 1.1.0.10.1.0.110
rivayet .bil (i)yor lar . = 1.0.0.11.0.0.100
kişi
tabloda zaman ile ilgili küme 3 bit yapılıp geçmiş zaman dili geçmiş ve mişli geçmiş olarak ikiye ayrılabilir, soru bileşkeni için ayrı bir bit eklenebilir, emir ve şart kipleri de işin içine katılabilir ancak, sonuç değişmezdi.
cümleleri oluşturan öğelerin (özne, nesne, yüklem, vb ) sıralaması da rasgele değildir. türkçe cümleler bir tür crescendo (şiddeti giderek artan dizi) izlerler. bütün vurgu en sonda yer alan yüklem (fiil) üzerindedir. diğer öğelerin önemi, yükleme olan yakınlık/uzaklık konumları ile belirlenir. yükleme yakınlaştıkça önem artar. gene matematiksel olarak ele almak gerekirse, cümleyi oluşturan her bir öğenin toplam öğe sayısı kadar haneden oluşan bir matematik değere sahip olduğu varsayılabilir.
dün ahmet camı kırdı cümlesi 4 öğeden oluşmaktadır; o halde her öğe 4 haneli bir değere sahip olacak, ilk öğe en düşük, son öğe ise en yüksek değeri taşıyacaktır.
cümle
matematik değer
0001
matematik değer
0011
matematik değer
0111
matematik değer
1111
1 dün ahmet camı kırdı.
2 dün camı ahmet kırdı.
3 ahmet dün camı kırdı.
4 ahmet camı dün kırdı.
5 camı dün ahmet kırdı.
6 camı ahmet dün kırdı.
şimdi tablodaki cümleler tek, tek ele alınabilir:
1. cümle: dün ahmet bir iş yaptı ve bu camı kırmak oldu.
2. cümle: dün kırılan camı başkası değil ahmet kırdı (suçlu ahmet!).
3. cümle: ahmetin dünkü işi camı kırmak oldu (belki önceki gün kitap okumuştu).
4. cümle: ahmet camı herhangi bir zaman değil, dün kırdı (yarın kırması gerekiyor olabilirdi).
5. cümle: cam düne kadar sağlamdı, kırılmasının suçlusu ise ahmet.
6. cümle: camı ahmet zaten kıracaktı, bunu dün yaptı.
cümleyi oluşturan öğeler kesinlikle aynı kalırken (cam hep i haliyle camı olarak kaldı; fiil hep 3. tekil şahıs, dili geçmiş zamanda çekildi, vb.) sadece yerlerinin değişmesi cümlelerin anlamlarını da değiştirdi.
her cümlede 0011, 0001'den daha fazla, 0111 bu ikisinden daha fazla, 1111 ise hepsinden daha fazla önem taşıdı. anlamı belirleyen de zaten her bir öğenin matematik değeri oldu. kelimelerin statik anlamlar taşıdıkları dillerde, zaman belirtecinin (dün) yeri değiştirilerek elde edilebilecek 2 çeşitlemenin dışında diğer anlamları vermek için kip değiştirmek (edilgen kip passive mode kullanmak) veya araya açıklayıcı başka kelimeler eklemek gerekir. türkçe konuşanlar ise her bir cümlenin diğerinden farkını derhal anlarlar.
matematik ile olan alışveriş yalnızca verilen örneklerle sınırlı değildir. türkçenin ne tarafı ele alınsa bu ilişki ile yüz, yüze gelinir. türkçenin bu özelliğini insanlar kendilerine ulaşan mesajları nasıl anlarlar? bunun kullanılan dil ile bir ilgisi var mıdır? bir fransız, bir ingiliz, bir türk aynı mesajı kendi ana dillerinde alsalar, birbirleri ile aynı şekilde mi, yoksa farklı mı algılarlar? eğer dilin algılamayla ilgisi varsa, işin içine bir dil karışmadığı yani sözgelimi bir pantomim gösterisi izlenir veya üzerinde hiç yazı olmayan bir afişe bakılırken, dil ile ilgili bu alışkanlıklar nasıl etki ederler? türünden sorulara yanıt ararken fark ettim. bu özellik konuya ilgi ve sabırla yaklaşıp bakmayı bilen herkesin görebileceği kadar açık. o nedenle, bu güne kadar kesinlikle başkaları tarafından da görülmüş olmalı. türkçe çok lastikli, nereye çeksen oraya gidiyor diyenler de aslında, hayal meyal bu özelliği fark eder gibi olup, ne olduğunu tam adlandıramayanlardır. türkçe teknik açıdan mükemmel bir dildir.
bu mükemmelliğin nedeni matematik ile olan iç içeliktir. keza, ne yazık ki türkçenin, bu dili konuşanlara kurduğu tuzak da buradadır. kentli-köylü, eğitimli-eğitimsiz, doğulu-batılı, vb. kültür çatışmaları dünyanın her yerinde vardır. gene dünyanın her yerinde iyi, kötü işleyen bir asimilasyon ve/veya adaptasyon! süreci bu çatışmayı kendi içinde bir takım sentezlere götürür. türkiye bu açıdan dünya genelinin biraz dışındadır. bizde asimilasyon ve/veya adaptasyon süreci ya hiç çalışmaz, ya da akıl almaz bir yavaşlıkta çalışır. sorun, başka sebeplerin yanı sıra kullandığımız dilden de kaynaklanmaktadır. düşünme, kendi kendine sözsüz konuşma olarak kabul edilirse (bence öyledir), anadilin kişilerin düşünce yapısı üzerinde etkili olduğunu da kabul etmek gerekir; insanlar kendi anadillerinde düşünürler. türklerin büyük paradoksu işte buradadır. teknik açıdan mükemmel bir dil olan türkçe, kendi dışımızdaki dünyayı kendimizce değiştirmeden, olduğu gibi algılamaktaki en büyük engelimizi oluşturmaktadır.
örneğin, türkiye dışına yabancı işçi olarak giden ilk nesil gerek bulundukları ülkenin dilini öğrenme, gerekse oradaki yaşam biçimine ayak uydurma konusunda muhteşem bir direniş gösterdiler. bu direnişin boyutları o denli büyük oldu ki, başka hiç bir diasporada gözlenmeyen gelişmeler yaşandı. türk diasporası, gettolaşıp kendi kültürünü gene kendi içine kapanık bir çevrede yaşayacak yerde, kendi kültür kurumlarını o ülkeye ithal etti. asimile olmaya en dirençli kültürlerden biri kabul edilen ispanyollar, gittikleri yere sadece gazetelerini ve bazen de radyolarını taşımakla yetinirken; türklerin bunlara ek olarak (hem de birden çok) televizyon kanalları ve hatta kendi fast-foodları (lahmacun, döner, vb.) oldu.
bunları başaran insanların yeteneksiz olduklarına, dil öğrenmeyi de bu yeteneksizlikleri yüzünden beceremediklerine hükmetmek en azından adil ve gerçekçi olamaz. keza, böylesine önemli bir kültür direnişi gösterenlerin, orada doğan çocuklarını eğitirlerken, bunca sahip çıktıkları kültürlerini göz ardı etmiş olmaları da düşünülemez. ancak gözlemlenen o ki, orada doğan ikinci nesil, gene sözgelimi ispanyollar arasında hiç görülmediği kadar hızla asimile oldu. bunun nedenini evdeki türkçenin yanısıra okulda öğrenilen ve ev dışında yaşanan, o ülkenin dili faktöründe aramak çok yanıltıcı olmayacaktır.
biz türkler, konuşmayı öğrenirken (tıpkı sick, ill, patient örneğinde olduğu gibi) farklı durumların farklı kavramlar oluşturduğunu, bu farklı kavramların da farklı adları olması gerektiğini öğrenmeyiz. aynı adı taşıyan farklı kavramları birbirinden ayırmaya yarayacak sezgisel (sezgisel=doğal=matematiksel) yöntemin kurallarını öğrenmeye başlarız.
sezgiselliğe şartlanmış beyinler ise dış dünyayı hiçbir değişikliğe uğratmadan, olduğu gibi algılamayı bilemediklerinden, bildikleri tek yönteme yani kendilerince anlam çıkarsamaya veya başka bir ifadeyle sezdikleri gibi algılamaya yönelirler.
algıladıkları kavramların tümü kendi çıkarsamaları doğrultusunda şekillenmiş olan, kendilerince tanımlanmış bir dünyada yaşayan insanlara ulaşan mesajlardaki kodlar ne kadar herkesçe bir örnek algılanabilir? üzerinde emek harcanmaya değer temel sorulardan biri budur. bu sorunun yanıtı belirginleştikçe, neden batıdaki sistemlerin bir türlü türkiyede oluşturulamadığı sorusunun yanıtı da belirginlik kazanabilir.
türkçenin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bu özel durum kuşkusuz tüm iletişim alanları için geçerlidir. yunus emrenin okuması, yazması olmayan göçebe türkmen boyları arasında 700 yıl boyunca bir nesilden diğerine büyük bir sadakatle, sözlü kültür ürünü olarak aktarılmasının ardında türkçenin sezgiselliğini sonuna kadar kullanmadaki becerisi vardır. tanzimat aydınları ve cumhuriyet aydınlarının bir türlü geniş kitlelere seslerini duyuramamalarının nedeni de gene aynı denklemin içinde aranmalıdır. fransız gibi, alman gibi düşünmeyi öğrenenler, meramlarını anlatırken bunu yeni öğrendikleri düşünce sistematiği içinde yapmaya kalkışmış ve türk gibi anlatmayı becerememiş olduklarından başarısız kalmışlardır.
mesajlar sadece algılanabildikleri kadar etkili olurlar. mesajları üretenlerin kendi konularına ne kadar hakim oldukları mesajın bütünlüğü açısından önemlidir ama, hitap edilen kişilerin kendilerine yönelen mesajları nasıl algıladıkları her şeyden daha önemlidir.
çoğunu kullanmadığımız saklı bir güç türkçe. kullanıldıkça ortaya çıkan bir define âdeta. dilimiz, saklı güç ünü, kinetik bir erkeye dönüştürecek kalemler arıyor. tarihî derinliğine karşılık kullanım yoğunluğunun sığlığı bir çelişkidir.
türkçenin gücü, onun doğurgan özelliğidir. geçenlerde henüz yedi aydır türkçe öğrenmekte olan tanzanyalı bir öğrencim kara tahtanın başına geldi ve beni şaşırtan şu kelimeyi yazdı:
afyonkarahisarlilaştiramadiklarimizdanmisiniz ?
bu ibare tek kelimeden ibaret bir cümledir. bir yabancı için çok çok şaşırtıcı bir faklılıktır bu. ben ingilizcede böyle bir ifade için birkaç cümle gerekir deyince tanzanyalı isa, ne birkaç cümle hocam birkaç paragraf gerekir deyiverdi.
işte cümlenin anlam oluşturucuları, böyle iç içe geçmiş bir dil evreni dir. yukarıdaki bir kelimelik türkçe cümlenin anlam çözümlemesini basit olarak şöyle yapabiliriz:
1. bu cümlede türkiyenin şehirlerinden biri olan afyonkarahisar var. yani cümlenin anlam tabanı birleşik kelime hâlinde biçimlenen bir şehirdir.
2. birilerini, bu şehirden olmadıkları hâlde bu şehirden birileri hâline getirmek isteyen ama bunu birçok kişide denediği halde başaramayan bir(ler)i var.
3. afyonkarahisarlı : nüfus kaydı bu şehre ait insan.
4. afyonkarahisar+lı+laş-mak: nüfus kaydı ve yaşadığı yer bu şehir olmadığı hâlde bu şehirden biri hâline gelmek.
5. afyonkarahisarlılaş+tır+mak : bunun, birinin kendi kendine dileği değil de başkası tarafından (muhtemelen zorlayarak ya da ikna yoluyla) yapılması.
6. afyonkarahisarlılaştır-ama-mak : birini afyonkarahisarlılaştımak niyetinde olan birinin, buna gücünün yetmemesi (yetersizlik kavramı).
7. afyonkarahisarlılaştırama+dıklarımız : böylr bir niyetin başkaları üzerinde denenmesi.
8. afyonkarahisarlılaştıramadıklarımız+dan: bunların içinden birini seçerek yargının soruya hazırlanması.
9. afyonkarahisarlılaştıramadıklarımızdan mısınız? bütün bu süreçlerin, birinin şahsında soru hâline getirilip duyurulması.
türkçenin bu doğurganlık özelliğini onun atomik gücü olarak da görebiliriz. türkçede kelime sayısının, az olduğunu söyletip bundan dilimiz aleyhine sonuç çıkarmak isteyenlerin anlamadıkları şey işte bu atomik ve saklı:potansiyel güçtür.